29.11.2010

başka / kütüphane sakinleri

küçük bir kütüphanesi var kursun. aslında bu bina bir yurt, giriş katında ders de yapılıyor. en üst kat kütüphane, şehrin çatılarına bakıyor. binanın terası eyfel manzaralı. bugünkü yazımı burada, sessizlikte yazıyorum. saat 10'u biraz geçmiş, dersten yeni çıktım. bu saatlerde pek kimse olmaz. saydım, yedi kişiyiz.

 
böyle mekanlara geliş sebebi başka başkadır. kimisi büyük bir ciddiyetle ders calışmaya gelmiş, iş başında. şu siyah saçlı kız, tahminimce yirmili yaşların ortalarında, başını masaya yatırmış geceden kalan uykusunu tamamlamakta. biri var ki her gün ders çıkışı doğruca buraya gelir çünkü yapacak başka şeyi yoktur. sokakta yürüse koca şehir, kaldırımdaki onca ayak ona yalnızlığını anımsatır. o da kütüphaneye koşar. kimseyle konuşması gerekmez orada, ayrıca tek susan da o olmayacaktır. ahşabın gıcırtısı, raflarda bekleyen yığınla kitap ve herkesin kendi halindeliği içinde o da kendi halini yaşar.

biliyorum aslında deliler gibi konuşmak istiyor. henüz yalnızlığını inkar aşamasında. kendi kendine yettiğini sanıyor. inkar ediyor yalnızlığını. kabullenmenin en büyük güç olduğunu henüz bilmiyor. hep içinden, kafasının içinden konuşuyor, sanki kendine değil de bir başkasına. aslında gözleri onu, o başkasını arıyor girdiği her kafede, boş metro istasyonlarında, on bir matinesinde. dönüyor, dolaşıyor ve yolu yine eski binanın beşinci katına, uzun, ahşap masanın en ucuna düşüyor.

pencere kenarı sakinleri var kütüphanenin, erken gelip yer kapma telaşındalar. yazın güneş, kışın yağmur kaplı çatılara bakarak ders çalışır, bir şeyler okur, yanlarında getirdikleri bilgisayarlardan internete girerler. onlar için kütüphane bir keyif, sıcacık bir hafta içi rutini. sığınacak, kaçacak bir delik değil.

peki benim burada ne işim var? yetişkinlerin dünyası camdan saraylarda, açık ofislerin pastel panolarında, şirket arabalarında, çok ama çok gerilerde kaldı. ceket-eteklerden, kol düğmelerinden, fazla mesai pizzalarından kopalı sanki yüzyıllar oldu. şu kütüphanede ben bir başka dünyadayım. gündelik sorumlulukları layığıyla yerine getirirken aklını başının beş karış yukarısında, hem de hiç düşürmeden taşımayı becerenlerin dünyasında. bir yandan sevgili tilkilerimle doya doya oynarken, bir yandan virginia woolf'un deyişiyle "evin perisi"ne dönüşmeden eğilmek istediğim konulara zaman ayırabiliyorum. çünkü burası bir kütüphane. burada kimse sizden başka bir şey yapmanızı beklemez. önce şu masaların tozunu alayım demezsiniz örneğin ya da "pardon duş neredeydi acaba, çalısmaya başlamadan bir banyo yapsam diyorum," diye soramazsınız.

benim gelişim de işte bu yüzden. insanın başında bir yöneticisi, sıkıntıdan çatlasa da çıkıp gidemeyeceği bir ofisi olmayınca, yapmak istediklerine odaklanması bazen kolay olmuyor. ben de tilkilerimi alıp buraya geliyorum. hem alt katta kahve makinesi de var, isteyene 30 cent.
Deniz Yalım Kadıoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder