3.12.2010

dün metroda / ayakkabı

Metroya girdiğim anda konuşmak istediğini fark ettim. Damarlı elleri göğüs hizasında asılı kalmıştı. Kucakladığı bir şey varmış da, bir anda kaybolmuş gibi. Gözleri, kulak tırmalayıcı bir uyarı sesiyle kapanan kapıyla yeni yolcular arasında, tanımsız bir noktaya bakıyordu. Yanı boştu, geçtim oturdum.


Ayların getirdiği alışkanlık, kitabımı çıkarıp okumaya başladım. Bana dönmüştü. Fransızca, "Fransızca biliyor musunuz?" diye sordu. Kitabı görmüş olmalı. Bildiğimi söylerken yüzüne baktım. Kızarık, mavi gözler, yaş lekeleri, kemik çerçeveli, eski moda bir gözlük, neredeyse renksiz dudaklar. Auber'de inecekmiş.

"Ama Auber diye bir durak yok ki üçüncü hatta," dedim. Bir yandan da gözlerimi kısmış, durak isimlerini tarıyordum.
"Auber, aslında Opera durağında," dedi gülümseyerek, "ben de yeni öğrendim."
Anlaşılan bu bilgiyi paylaşmak istemişti. Yapacak başka işim mi var, oyuna katıldım ve bu sefer gözlerimi iri iri açarak şaşırdım.
"Öyle mi, bilmiyordum! O zaman üç durak sonra inebilirsiniz."
Sonra kitabıma döndüm.

"Vincennes'den geliyorum."
Vincennes durağı bulunduğumuz yerden epey uzakta kalıyordu.
"Bir dergide çok güzel ayakkabılar gördüm, mağazası Vincennes'deymiş, gittim baktım, 230 avro."
Anlaşıldı, oyunu sürdüreceğiz. Yalnızca üç durak...
"Pahalıymış!"
"Evet, çok pahalı. Bir de Auber'e bakayım dedim."
"İndirimleri beklemek daha iyi."
"Doğru. Ocak'ta..."


Ve sustuk. Tam kaldığım satırı bulmuştum ki koluma dokunup konuşmaya başladı. Elleri ne kadar hafifti, bunca yolu kırılmadan nasıl geldiğine şaşırdım.
"Seksen ülke gezdim ben."
"Pardon?"
"İngilizce biliyor musunuz?"
"Evet?"
Aynı cümleyi bir de İngilizce söyleyip, konuşmasına Fransızca devam etti.
"Hepsini tek başıma dolaştım."
"Ne güzel... Ben Türk'üm, biliyor musunuz?"
Hevesle gülümsedi, sanki yanakları renklendi. Kuş kanadı eli yine kolumda, Türkçe "Tamam!" dedi. "Türkiye'yi gördüm, sonra Asya'yı, Rusya'yı..."

Kendi kendine lafını kesip bir başka konuya geçti, sonra başkasına. Sanki herkes bizi dinliyordu. Çaprazımda oje süren esmer kız, telefonuyla oynayan dağınık saçlı öğrenci, sırtını kapıya yaslamış göbekli adam...

Opera'ya geldik. Kolumdan destek alarak ayağa kalktı. Minicik bir kadın, havaya göre bayağı cesur giyinmiş. geniş paçalı pantolon ve aynı kumaştan bir ceket, çorapsız babetler. Ben iyi günler diledim, o da kolunu kaldırarak "İyi yolculuklar," dedi bana.

Yaşı yetmişin üzerinde olmalı, ismini söylemedi. Hakkında tek bildiğim, seksen ülke gezdikten sonra Paris'te bir çift ayakkabının peşine düştüğü. Onca yolculuğu neyin peşinde yapmıştı kim bilir...

 Deniz Yalım Kadıoğlu

*Fotoğraflar: kuş: dan, ayakkabı: Maggie Smith

1 yorum: