21.06.2011

olamadıklarımız

muse'den geliyor: our time is running out! birazdan yazacaklarım zamanla ne kadar ilgili bilmiyorum. bu gece bir fon müziği olarak muse'ü seçmemde aslında sözden çok sesin etkisi var. tatlı ekşi bir acıyı çağrıştırıyor. durum ümitsizdir ama bunu anlatmaktan bir çeşit keyif alırsın. tıpkı... ne gibi biliyor musun? bir türlü gerçekleştiremediğin düşlerini anlatır gibi.

onlara sahip olmaktan gurur duyarsın, o kadarını akıl edebilmişsindir ne de olsa. ama an gelir, senin düşlerini hayatlarında gerçek kılanlar bir bir önünden geçmeye başlar. bozuk bir film şeridi, mutfak fayansındaki karınca sürüsü, çığlıklar arasından yükselen iki başlı ejderha ve senin hiç olamadığın hallerin gibi. pes ettiğin, tembellik ettiğin, nefret ettiğin ve ertelediğin anların hepsini gözüne sokar gibi. belki o zaman kendi kulağına fısıldar ve susarsın: "boşver, zaten artık geç oldu, vaktimiz çoktan tükendi."

küs müsün kendinle? olmayı beceremediğin haller yüzünden. her sabah koşan... üç dil konuşan biri... içi huzurla dolu... dopdolu, bilgili biri... denizin kıyısında yaşayan... dünyayı dolaşan... bir müzisyen? akademisyen? ya da kendi halinde, kendi gündeminde, ailesiyle, sakin... şimdi oturduğun yerde, aynada gördüğünden çok farklı biri. belki küsmüyorsun, kendine kıyamıyorsun da, adına "kabullenmek" diyorsun. "yapabileceğim bir şey yoktu. olmayacak düşlerin peşinde mi koşacaktım?"

peki insan nerede pes eder? hangi noktada? kaç yaşında? pes etmek için 18 uygun mudur mesela? fazlası zarar mıdır başkalarına? ya 30'una gelmişsen ve yine de arıyorsan, bulduğun her ipucunda çocuk gibi seviniyorsan, bu zararlı mıdır sana? her kaybettiğinde yeniden deniyorsan, yorulsan da çabalıyorsan... ve kendine yaklaştıkça uzaklaşan dünyayı umursamıyorsan, bu koyar mı dünyaya?


vakit ne zaman dolar? ne zaman bu yaşamlık bize ayrılan sürenin sonuna gelir ve vazgeçer, herkes gibi oluruz? bilmiyorum. bazen olmak istiyorum. kolaya kaçmak kolay geliyor. yalnızca beklentileri yaşamak. güzel evimde lezzetli yemekler, muhteşem bir gülüş ve boyum kadar çocuklarla zarif bir masa düzeninde, zerafetten kırılarak yaşlanmak. aynaya baktıkça körleşmek, körleştikçe çirkinleşmek belki. içten içe, içeriden... bilmiyorum.

"olamayacağın biri olmaya çalışır ve hep kaybedersin en sonunda!" böyle demişti, sonbahardan bir gündü. güçlüyüm sanıyordu, tahmin edemeyeceği kadar zayıftım oysa. korkum hiç beklemediği bir anda yakalanmış, o panikle hevesime saldırmış, hevesimi kırmıştı. üstüne bir de onu haklı çıkarırcasına, kaybettim en sonunda. yarım kalan düşümün tatlı ekşi tadı bu şarkı gibi oturdu boğazıma.

sonrası mı, sonrası ufak bir mola. ayağa kalkmak, toparlanmak ve diyebilmek için: "yine hazırsın yola çıkmaya." ama bu sefer bir şartla: onlara kulak asma. "olamadıklarını" arkada bırakmaktansa, sen yola çık ve onları ara.

zaten seçeneğin var mı toparlanmaktan başka?
Deniz Yalım Kadıoğlu
Fotoğraf: Federico Stevanin

1 yorum:

  1. buraya ne zaman gelsem ve rastgele tıklasam özel ve güzel bırşeyler buluyorum...

    YanıtlaSil