27.03.2011

yoga güncesi 01: sessizlikle barışmak

"Bugün sizin için nasıl bir gündü? Hiperaktif, enerjik mi? Yoksa yumuşak, sakin mi başladınız? Buraya gelirken nasıldınız? Huzurlu mu? Belki de biraz gergin? Gözlerinizi kapayın ve bunu düşünün..." Ve sevgili ying yang yogası hocamız Sandrine ile birlikte derin nefeslerimiz dolduruyor salonu. Herkes lotus ya da yarı-lotus duruşunda. Ben hariç. Bağdaş bile kuramayan sevgili bacaklarım lotus duruşunu reddediyor. Kendime göre bir yöntemim var elbet, ayaklarımın yanları yere değecek biçimde, dizlerim neredeyse havada...


Ama kimse dert etmiyor. Mükemmele ulaşamadığı çoğu yerden sırtını dönüp gidiveren ben bile. Umurumda değil, orada olmaktan öyle mutluyum ki.


Henüz iki aylık bir çekirge olduğum yogayı böyle heyecanla paylaşmak istememin en büyük sebebi, dile getirilmeyen ama herkesin tavırlarında, bakışlarında hissedilen bu anlayış: Yalnızca çevrene, doğaya, insana ve öbür canlılara değil, en başta kendine iyi davranacaksın. En başta "niyetin" iyi olacak. Bir hareket canını mı yakıyor, bedenini zorlamayacaksın... Başkasının yaptığını yapamamak da yakmayacak canını. Hırslanmayacaksın. Sen kendine bakacaksın. Kendine hep, iyi bakacaksın. İçine ve dışına. Biri sana kötülük mü yaptı, kin tutmayacaksın.  İçinden bunları azaltmak, belki bir gün yok etmek insanı ne kadar hafifletir, düşünebiliyor musun?

Geçen gün Grégoire dedi ki, keyif aldığım çok belliymiş, pek mutlu görünüyormuşum. Gerçekten de her çıkışımda gülümseyerek koşmak istiyorum sokakta, hem de yorgun ve şaşkın bacaklarımın ceylan yavrusu gibi titrediği zamanlarda bile. Aklımda hep şu oluyor: Niye daha önce başlamadım?

Demek ki her şeyin bir fikir, bir de olgunluk yaşı var.

"Gelmeden önceki halinizle şimdiki halinizi karşılaştırın... Nasıl hissediyorsunuz? Bacaklarınızı, kollarınızı, boynunuzu, sırtınızı, omuzlarınızı, gözlerinizi, gözlerinizin arkasını, dilinizi serbest bırakın. Kendinizi tamamen bırakın... Bu akşama nasıl başlayacağınızı düşünün..."


En zoru da bu. Öğrenmek için tek sabırsızlandığım. Boylu boyunca uzanmak, tamamen bırakmak kendimi... Zor. Düz zeminde bazen sırtıma batan kemiklerimi törpülemeyi hayal etmeden, başımı şöyle mi koymalı böyle mi diye düşünmeden, hele düşünmeden! Kafamdaki sevimli tilkilerin birer birer köşelerine kıvrılıp uyumalarını izlemeyi çok istiyorum. Sonra da geriye ne kalırsa, onu dinlemeyi. Ne kalacak geriye?

(çağrışımlara her zaman yer var: "bizden diyorum, ikimizden, ne kalacak?" - lütfen bkz: murathan mungan, yalnız bir opera)

Beyoga, şu sıralar beni iyileştiren bir yer. Bazen yorgun, bazen buruk, bazen öfkeli gittiğim ama her seferinde içim gepgeniş çıktığım güzel kapı.

Bugünlerde canım pek konuşmak, yazmak istemiyor. Aslında tam da zamanında, sessizlik, bazen ne kadar iyi gelebileceğini gösteriyor. Zamanın getireceklerine güvenmeyi öğretiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder