A lush life: leziz bir yaşam. Söz konusu sıradan bir kozmetik markası olsaydı, gözünün önünde ne canlanırdı? Herkesin kokusuyla birbirini baştan çıkardığı, bir kalıp sabunla cinsel cazibenin zirve yaptığı, insanların sokaklarda baş döndürücü bir esansın büyüsüyle salına salına dolaştığı sahneler canlanırdı. Kamera arkasında, üzerinde kullandığın kremin test edildiği hayvanları görmezdin. Çilekli rujunun çileklerini toplayan köylüler nerede yaşar, ne yapar, aklının ucundan bile geçmezdi. Bir kameranın gördüklerine, bir de pek tabii, aynaya bakardın.
Meğer Lush öyle değilmiş. O baş döndürücü kokuların ötesinde, tamamen bitkisel ürünlerden oluşan, tümü el yapımı, rengarenk sabunlar, şampuanlar ve kremler varmış. Ayrıca hiçbir Lush ürünü hayvanlar üzerinde test edilmiyormuş. (Buradan aldığım bir kremin üzerinde "İngilizler üzerinde test edilmiştir," yazıyor.) İşi gücü güzel kokulu kozmetik ürünler yapmak olan bir şirket, çalışanlarıyla birlikte hayvan hakları, küresel ısınma ve çevre konusunda ses getiren kampanyalara imza atıyormuş. Her bir ürünün üzerine yapan kişinin ismi ve resminin yer aldığı minik etiketler yapıştırılıyor, üretimden dağıtıma varıncaya kadar tüm süreç boyunca herkes pek eğleniyormuş. Üstelik mümkün olduğunca az paketleme malzemesi kullanılıyormuş. Kısacası bunları yapan insanlar, hayatın başka türlü yaşanabileceğine inanıyormuş.
Lush'ın öyküsünü izleyince insan,
mümkünmüş, diyor. Oluyormuş.
Belki bugüne dek kimi peynir, kimi macaroon, kimi kalp, kimi dondurma topları biçimindeki bu sabunları üretim sürecinden habersiz, "Ay, ne şeker!" diyerek aldınız. Olmaz mı, hem de nasıl şekerler! Bir Lush dükkanına sırf mutlu olmak için girip, her şeyi bir bir koklayıp çıkabilir insan.
Peki ya sonra? İmrenerek camın arkasından bakmak da var... Kokunun, biçimin ve markanın ötesini görerek, "Başka türlü bir dünya, başka bir tüketim ve başka bir üretim mümkün. Ben de değişebilirim," demek de.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder