14.08.2011

dünyayı oyuncaklar kurtaracak

*Trabzon’da, televizyonun karşısında küçük bir çocuk. Önünde su dolu bir çamaşır leğeni, Kaptan Custo’nun maceralarını beklemekte. Dizi başlar başlamaz başını suya daldırıyor. Önde Kaptan Custo, arkasında çocuk... Kaptan'ın maceraları, Trabzon Limanı’na yanaşan bir denizaltıyı gezdiği günden beri düşlerini süslüyor. O dönemde oyuncak denizaltı yok ama o, annesinin çamaşır leğeninde kendi denizini yaratmış. O leğende oyunlar oynamış, kendi yarattığı oyunlara inanmış. Sonra büyümüş, inancından hiçbir şey kaybetmeden büyümüş çocuk...

Göztepe’nin yüksek binaları arasında, başını bir kuğu gibi kaldırmış bembeyaz bir köşk. İçeride kırk dokuz yaşında bir çocuk, etrafında dünyanın oyuncağı. “Önce düş, sonra gerçek!” diyor her sözünün başında, düşleri hiç bitmeyecek, gözlerinden okunuyor. Sunay Akın, yirmi bir yıllık düşünün bahçesinde, İstanbul Oyuncak Müzesi’nde, çocuklarla kâğıttan turna kuşları yapıyor.

Tarih, 6 Ağustos. Bu turna kuşları, Hiroşima'ya atılan atom bombası yüzünden on iki yaşına geldiğinde  hastalanarak yatağa düşen Sadako Sasaki için. Küçücük çocuklar sıcağa aldırmadan, zamane çocuklarından alıştığımız üzere her şeyden üç dakikada sıkılmadan, kuşların kanatlarını boyuyorlar. Sadako da hastalandığında kâğıtlardan turna kuşu yapmaya başlamış. Bir Japon inancına göre kâğıttan bin turna kuşu yapanın dileği gerçekleşirmiş. İyileşip eskisi gibi oyuncaklarıyla oynamayı dileyen Sadako’nun hayata gözlerini yumduğunda yatağının başucunda kâğıtlardan yaptığı 646 kuş varmış. İstanbul Oyuncak Müzesi'nde yapılan rengârenk kuşlar İstanbul’dan Hiroşima'ya, 1957'de açılan Atom Bombası Çocukları Anıtı'na doğru havalanıyor. Çocuk düşlerinden turna kuşları Sadako’yu kurtaramasalar bile tükenmeyen umutlar için kanat çırpıyor.

Düşlere inanır ya çocuklar, Sunay Akın da öyle. Onun düşü yirmi bir yıl yıl önce bir sabah, bir edebiyat etkinliği için gittiği Almanya’nın Nürnberg kentinde başlamış. Programındaki diğer yerleri gezmeden önce bir-iki saatini Nürnberg Oyuncak Müzesi’ne ayırmış. Sabahın ilk saatlerinde girdiği müzede bir camekânın önünde tarihi oyuncaklara bakarken arkasından biri seslenmiş: “Beyefendi, artık kapatıyoruz!”

“Saat beş olmuştu ve ben hâlâ oradaydım. Daha önce hiç oyuncak müzesi görmemiştim, gözlerimi oyuncaklardan alamıyordum. O günden sonra yurt dışında gittiğim her kentte bu müzeleri aradım, Stockholm’de, Viyana’da, Münih’te, Zürih’te, Prag’da… Şunu gördüm, bütün uygar ülkelerin oyuncak müzeleri vardı. Oyuncak tarihlerine sahip çıkmış, çocukların düş dünyalarını zenginleştiren oyuncak yapımcılarını unutmamışlardı. Hayal kurmanın da bir tarihi vardı ve bu tarih o müzelerde yaşatılıyordu. Yurt dışına gidip geldiğim yollarda karar verdim, ülkeme bunu ben getirecektim. Hem kendi oyuncak tarihimizin, Türk malı oyuncakların tarihinin anlatıldığı hem de bütün dünya oyuncakların tarihlendiği bir müze yapacaktım.”

Türkiye ve dünya oyuncak tarihini çalışmakla geçen dört yılın ardından müzeye giren ilk oyuncak, Berlin’de bir antikacıdan satın aldığı at. Atı Rosinante ile hayallerde gezinen Don Kişot misali, Sunay Akın da oyuncak atıyla yola koyulmuş. Ondan sonra da elinde ne var ne yoksa hepsini oyuncağa yatırmış, kitaplarından, tek kişilik sahne gösterilerinden, televizyon-radyo programlarından kazandığı her şeyle oyuncak almış. Attığı ilk adımdan itibaren eşi sonsuz desteğiyle hep yanındaymış ama öbür bakışlarda gizlenen soruları da görebiliyormuş: “Sunay hepten delirdi mi acaba?" Düşünsenize, semtte kalan tek tarihi konağı diğerleri gibi yıktırıp apartman yapmayan adam, şimdi de koca konağın içini oyuncaklarla dolduruyor. Belli ki hiç oralı olmamış: “Hayatımda hiç hisse senedim olmadı, ben hep hissi senet satın aldım.” demiş ve yalnızca gülümsemiş.

“Bir anne ya da baba, çocuğunun elinden tutuyor, giriyor, müzeyi geziyor. Dışarı çıkarken ise kendi çocukluğunun elinden tutuyor. Bu duyguyu ancak oyuncak müzeleri verebilir. Bu müzede çocuklar, anne babalarının çocukluklarıyla tanışıp arkadaş oluyorlar.”


Müzede dolaşırken gözleriniz çocukluğunuzdaki gibi kocaman açılıyor. Her detay o kadar ince, o kadar özenle düşünülmüş ki… Oyuncak trenler örneğin, eski bir tren vagonunun içinde sergileniyor. Tren yolcularının yıllar boyu kim bilir nereleri seyrettiği bir pencereden bugün oyuncak trenleri seyrediyorsunuz.

Oyunlara Sığınmak

İstanbul’da, çocuklar sünnet olmadan ve okullar açılmadan önce Eyüp Sultan Camisi’ne getirilirmiş. Bu yüzden caminin yanında oyuncakçılar boy göstermeye başlamış. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde Eyüp Oyuncakçılarını “yüz dükkanda yüz beş nefer” olarak anlatmış. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oyuncak fabrikalarının kurulmaya başlamasıyla el yapımı oyuncaklar da yavaş yavaş ortadan kalkmış. Son Eyüp Oyuncakçısı ise 1950’li yıllarda kapanmış. İşte o Eyüp Oyuncakçısı müzenin giriş katında ziyaretçileri selamlıyor. Yaşlı bir adam küçücük dükkanında tahta gemiler, arabalar, atlar yapıyor.

Üretildiği çağın tanığı oyuncaklar. Washington’dan Nixon’a bütün Amerika başkanlarından tutun da Kızılderililere, matadorlara, eski tip itfaiye arabalarına ve hastanelere kadar uygarlık tarihinin her kademesi bu masal köşkünün odalarında hayat buluyor. Üstelik oyuncaklar sadece geçmişi anlatmıyorlar, geleceği de haber veriyorlar. 30’lu yılların Nazi Almanyasında üretilen oyuncaklarla oynayan 12–13 yaşında bir çocuk, İkinci Dünya Savaşı’nda askere gidiyor. Oyuncak askerlerle oynayan çocuk, büyüyüp delikanlı olduğunda o oyuncakların yerine geçiyor.


İlk oyuncak fabrikalarını Sanayi Devrimi sonrasında Almanlar kurmuşlar ve bütün oyuncak pazarını ele geçirmişler. Sanayi Devrimi’nin oyuncaklara yansıması ise oyuncak fabrikalarda çalışan oyuncak işçiler şeklinde olmuş. 1920’li-30’lu yıllarda üretilen oyuncaklara baktığınızda, genelinin Almanya üretimi olduğunu görüyorsunuz. Aralarında İngiltere, Fransa ve Amerika yapımı olanlar da var. Gündelik yaşamın tüm izlerini taşıyor oyuncaklar, insana ait olan her duyguyu. Neşeyi, korkuyu, hüznü...

Almanya’nın ardından İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Japonya da kendini düş üretimine vermiş. İçlerine koydukları pillerle Japonlar, oyuncağın tarihini değiştirmişler. Işıklar saçan, çeşitli sesler çıkaran oyuncaklarıyla 1950’li yıllarda dünya oyuncak pazarında birinci sıraya yükselmişler.

Müzeyi ziyarete gelen bir Japon’a sormuş Sunay Akın:
“Bir savaşı geride bıraktınız, atom bombalarıyla insanlarınızı kaybettiniz, harap oldunuz. İnsan kalmadı ülkenizde! Ve bu kadar acının içindeyken birbirinden güzel oyuncaklar ürettiniz. Bu işin sırrı nedir?”
“Sunay Bey,” demiş ziyaretçi, “oyunlardan başka sığınacak bir yerimiz kalmamıştı!"

"Nedir hayatın zenginliği, anlamı?" diyor Sunay Akın, "İlk insan tekerleği niye buldu? Tekerlek niye icat edildi, bir eşyayı bir yerden bir yere daha kolay taşımak için mi? Hayır, ilk insan tekerleği yaptı ve onunla oynadı, çember çevirdi. Ancak yıllar sonra onu bir arabaya takmayı akıl etti. Önce oyun vardı. Kültürler, oyunlardan doğmuştur. İnsanoğlu Ay’a gitmeden önce, Ay’a nasıl gidileceğinin düşüyle oyuncaklar yaptı. Önce düş, sonra gerçek! Bu da demektir ki oyuncak pazarını geliştirebilen toplumlar ileri gidiyor, zenginleşiyor. 1980’li yıllarda Çin, dünya oyuncak pazarına girdiğinde ‘2000’li yıllar Çin’in olacak,’ demiştim, kimse bana inanmamıştı o zaman, biliyor musun? Ekonomistler ve politikacılar bu paralelliği hâlâ göremediler..."

Müzede, oyuncak askerler arasında 30’lu yıllarda yapılmış bir figür: Bir İngiliz bir de Amerikan askeri; mermileri bitmiş, tüfeklerinin dipçikleriyle birbirlerine saldırıyorlar. Bu figürün bir de öyküsü var:

Bir gün  beş-altı yaşlarında bir çocuk müzedeki bir oyuncağa bakar ve annesine şöyle der: 
"Anne bak, tüfeklerini kırıyorlar!" 
Annesi yanıtlar: 
"Hayır yavrum, mermileri bitti, birbirlerine tüfekleriyle saldırıyorlar." 
"Hayır anne," der çocuk, "hayır! Onlar barış istiyor."

Bir çocuk ve bir yetişkin. Söyleyin, hangisinin bakışı bizi daha güzel bir dünyaya taşıyacak? Sizi bilmem ama ben beyaz köşkün basamaklarını inerken artık biliyorum: Dünyayı çocuklar ve oyuncaklar kurtaracak.

* Bu yazı 2005 yılında Sunay Akın'la Yolculuk dergisi için yaptığım bir röportajdan alındı, biraz güncellendi, biraz kısaldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder