12.12.2011

"ahimsa", şiddet ve bizim büyük acımasızlığımız*

Hafta sonlarına özgü geç ve uzun kahvaltılardan birindeyiz. Nobel Barış Ödülü'nü alan Leymah Gbowee'nin konuşmasını dinliyoruz. Bu sene Nobel Barış Ödülü üç kadın arasında paylaştırıldı. Bu kişilerden Leymah Gbowee, Liberya'da barış ve kadın hakları için şiddet içermeyen direnişin temsilcisi. Şiddet gören, tecavüze uğrayan kadınları anlatırken sesi de, elleri de bir an bile titremiyor. Dünyada kalıcı barışın ancak karar verici mevkilerde kadın sayısının artmasıyla mümkün olabileceğini söylüyor. Şiddetin asla kalıcı barış getirmeyeceğinden bahsediyor. Zafere ulaşmak için daha çok uzun bir yolumuz var, diyor Gbowee, durmadan usanmadan çalışacağız. Onun inancı ve duruşu karşısında kendi pasifliğimden utanıyorum.

Bir süre önce şiddet kavramı üzerine yeniden düşünmemi sağlayacak bir yazı okumuştum. Küçük dünyalarımızda farkında olmadan kendimize ya da başkalarına uyguladığımız şiddet. Geçici olarak dönüştüğümüz canavarlar. Verdiğim ve değer görüldüğüm acılar birer birer gözlerimin önünden geçmişti. (Yeni başlayanlar için yoga felsefesine giriş sayılabilecek yazıyı yoga yapmak şimdiye dek aklınızın ucundan geçmemiş olsa bile okumanızı öneririm. "Neden?" diyecek olursanız, "Çünkü yaşıyorsunuz"dan başka bir cevap da veremem.)

Yazının bahsettiğim bölümü, yoganın "yama" adı verilen beş öğretisinden ilki "ahimsa"yı anlatıyordu. Ahimsa, şiddet uygulamamak anlamına geliyor. Hemen ardından açıklamasını da getiriyor yazar: "Bu yalnızca fiziksel şiddeti değil, sözcüklerin ve düşüncelerin şiddetini de içerir. Kendimiz ya da başkaları hakkında ne düşündüğümüz herhangi bir fiziksel yaralama teşebbüsü kadar güçlü olabilir. Ahimsayı uygulamak, sürekli tetikte olmaktır: Başkalarıyla etkileşimimizi gözlemlemek ve düşünce ve niyetlerimizin farkına varmak için."

Hayatımda çocukluğum dahil hiçbir zaman fiziksel şiddet görmedim. İlkokulda fen bilgisi öğretmenimin "Kurunun yanında yaş da yanar," sözünü kanıtlarcasına attığı ufak tokat dışında. Öğretmenimi, onunla günlerce konuşmayarak "cezalandırmamdan" ve en sonunda annemin okula gelip bizi barıştırmasından belki başka bir zaman bahsederim. (Evet, eskiden küsen bir çocuktum. Şimdi küsmeyen bir çocuğum.)

Peki ya şiddetin öbür türleri?

İnsanın kendinden çekinmeden ahimsayı anlamaya çalışması pek mümkün görünmüyor. Çünkü bu sefer "O gitti bunu dövdü, pis insan," demiyor kimse sana, senin başkasına karşı takındığın tavrın da, onun üzerine düşüncelerinin de, sözlerinin de bu tanıma girebileceğini söylüyor.

Ya da bazen, iki kere kesen bıçak misali, birine susmak, şiddetin ta kendisi olabiliyor.

Ahimsa üzerine düşünürken, hayatını gözden geçirirken başının öne eğilmemesi çok zor. Özellikle de en sevdiklerini incittiğin anlarda... En sevdiğinin seni incittiği hatıralarda...  Ve kendini hırpaladığın, kırdığın zamanlarda... İnsan her üç hal için de, tüm taraflar adına utanç duyuyor. Onu kıran adına bile özür diliyor bir şeylerden.

Bu süreç bittiğindeyse sıra geliyor tanımadıklarına, tanısan da bir türlü ısınamadıklarına ya da hiçbir şekilde hoşlanmadıklarına. Sözsel ya da fiziksel temasın olmasa da, onlar hakkında düşündüklerinin farkındalığına.

Okuduğum yazıda diyor ki, kişi, ahimsayı öğrenirse yogayı "öğrenmiş" sayılırmış çünkü ahimsa yoganın tüm diğer ilke ve uygulamalarını içeriyormuş. Bir süredir bunu düşünüyorum. Başkaları ve kendim hakkındaki görüşlerimi dinliyorum, kendimden. "Tetikteyim". Ama bununla bitmiyor ne yazık ki. İnsan tetikte olduğunda, kendisine uygulanan sesli ve sessiz şiddet türlerini de görüyor. Ve bunların can yakıcılığı karşısında iyi durabilmek, iyi düşünebilmek her zaman o kadar kolay olmuyor.

Bu sabah Leymah Gbowee'yi dinlediğimiz sırada, eşim bana dedi ki: "Bazen ne kadar acımasız olabiliyoruz." Diyeceği şeyin Nobel Barış Ödülü'yle de, yogayla da ilgisi yoktu, zaten o sırada telefonuyla oynuyordu. Adamın biri twitter'da, çok da başarılı bir kariyer sergileyememiş bir futbolcu hakkında dalga geçercesine bir cümle yazmış. Bu yorumu da özellikle o kişi görsün diye, @ işaretiyle kişinin twitter hesabına gönderme yaparak yayımlamış.

"Yani adam belki güzel bir cumartesi sabahına uyanıp twitter'ı açtığında karşısında bu saçma, acımasız yorumu bulacak. Hem de hiç tanımadığı birinden gelen..."

Twitter'a bunu yazan adam, ne kadar "tetikte" acaba? Öyle saf, temiz sandığımız hayatlarımızda kaç tane acımasızlık gizli acaba? Şefkati kendimizden, başkalarından bu kadar esirgemek niye? Bilmiyorum.

Bildiğim tek bir şey var: Hayatımda bunlar olsun istemiyorum. Ben böyle olmak istemiyorum.





Bu yazım derKi'nin Aralık sayısında yayımlandı. derKi'ye ulaşmak için>>
Leymah Gbowee'nin Nobel Barış Ödülü konuşmasının tam metni için >>
*İsminden esinlenip başlık yaptığım "Bizim Büyük Çaresizliğimiz" kitabı için >>
Yoga Journal'da okuduğum yazı için>>
Girişteki fotoğraf: "Eye of Trama", Idea go

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder