5.05.2012

çiçek anne, mavi çaydanlık ve doğanın dirilişi


Altı sene önce Hıdırellez Şenlikleri için Tokat'ın Kızıldere köyüne (bugünkü ismiyle Ataköy) gitmiştik. İsmini duymayan azdır, sanırım. Sislerin arasından şenliğin yapılacağı tepeye tırmanan araçta üç kişiydik. Hiçbir şey görünmüyordu, ne bir işaret ne de bir insan. Ansızın karşımıza ne çıktı dersiniz, koca bir tank! Bildiğiniz askeri tank işte. Böyle anlarda içime bir kuşku düşer. Her yerde aranıyormuşum da birden yakalanmışım gibi. Neyse, alana geldiğimizi anladık. Beni de kimse almadı.

Ama ne güzeldi! Göz alabildiğine ağaç ve insan, baharı kutlayan. Rengârenk çadırlar, dumanı tüten ocaklar, efrafta koşturan çocuklar... Semah oyunları, omuz halayları... İnce ince yağan yağmur, dizime kadar battığım çamur, davulcunun karnımın tam orta yerinde gümleyen tokmağı... Doğanın dirilişi.

Yer: Gücük Ata çamlık alanı. Çadırların arasında dolaşırken bir köşede yaktığı ateşte çay demleyen Çiçek Anne'yi gördüm. "Fotoğraf çekecektim," demeye kalmadan, kolumdan tuttuğu gibi buyur etti sofrasına. "Sonra çekersin gel hele, çayın soğuyacak!" Sanki hep orada, ateşinin başında, göyneğinden işliğine kendi diktiği giysisiyle bana çay demlermiş. Oturur, içermişim ben de. Öyle candan bilirmişiz birbirimizi. En çok da o beni. Dedi ki, her Hıdırellez günü mutlaka yağmur yağarmış. Tüm dertler, tasalar düşen damlalarla toprağa karışırmış. Toprağa baktım, sustum.

Çayımı yudumlarken birden sesler kesildi. Ne davul, ne zurna, ne de halay kaldı. Bir yağmur, bir de çamurdan geçen birkaç ayak şıpırtısı. Herkes söz birliği etmiş gibi aynı anda sus pus oldu, seslerin arasından şiire yer açıldı:

"Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da, hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil..."

Var mıydı bir derdim, dileğim? İnsan o anda orada olmaktan başka ne isteyebilirdi ki? Kalbimde sıcacık mavi çaydanlık, gözlerimde sisli puslu bahar havası... "Ayıp değil, Çiçek Anne," dedim, "hem de hiç ayıp değil!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder