3.11.2012

sükûnet

“O resimler, en büyük kargaşanın içindeyken bile sükûneti muhafaza etmişler, edeceklerdir.”

Böyle yazmış Van Gogh son mektubunda. Yarım kalan bir mektup bu, aynı gün bir tarlanın ortasında vurmuş kendini.

Bir süredir bu mektupları* okuyorum. Elimden bırakamıyorum, desem yeridir. Kısacık bir kır yürüyüşünü bile öyle müthiş bir incelikle betimlemiş ki, coşkuyla kaleme aldığı manzaralar gözümün önünde canlanıveriyor. Van Gogh'un mektuplarında kimi zaman umut dolu bir enerji, kimi zaman kabullenme ve çaresizliğin birbirine karıştığı karanlık bir ruh hali buluyor insan. Biliyor musun, sık sık “İnan bana,” demiş kardeşine. Şimdi düşünüyorum da belki yazdığı tüm satırlar ve tüm fırça vuruşlarında sanatçı, eylemine duyduğu inancı da yinelemeye, hatırlatmaya çalışmış kendisine.

Kendi halinde bir yaşam süren ressamın, ileride edineceği şöhretten habersiz, kardeşine gönderdiği mektuplara göz atan yabancının tekiyim bir yandan, bir yandan da anlıyorum onu ya da anladığımı sanıyorum. Son mektubunda bahsettiği sükûnet, örneğin. Ne demek istediğini hissedebiliyor musun? İçinde ve dışında tüm kargaşanın durduğu, uğultu ve fısıltıların kesildiği, zihnindeki kalabalığın dağıldığı o dinginliği tanıyor musun? Van Gogh, dalgalar arasında sabit kalan eşsiz bir yer bulmuş resim yaptığı anlar içinde. Sükûnet, tuvalinin başında beklemiş onu. Keşke fırçasını kenara bıraktığında da sürdürebilseymiş bu sükûneti...

İniş çıkışlarla dolu hayat, biliyorum. Bir de, coşup sönen hallerinin arasında hiç değişmeden kalan sükûnetin var. İki nefes ortasında belki, yalnızca baktığında görebildiğin, gerçekten -ama gerçekten- sustuğunda duyabildiğin. Nefesin gibi hafif, öyle hafif ki gittiğin her yere götürebildiğin.
Tarçınlı fotoğraf: Grand Cochrane FreeDigitalPhotos.net
* "Theo'ya Mektuplar", Vincent Van Gogh, Çeviren: Pınar Kür, Yapı Kredi Yayınları, 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder