12.03.2013

kontrol delisi ruhların ego terbiyecisi: kediler


Bir sabah sahilde yürürken kıyıda, tek sıra dizilmiş halde buldum onları. Önce beş-altı tane sandım ama ağacın hemen ardında bir o kadar daha vardı. Sarmanından tekirine, dumanından kömür karasına her renkten bir sürü kedi. Sabah güneşi balık ağlarının arasından suya düşüyor, tatlı bir rüzgâr yaklaşan sonbaharı müjdeliyordu ve insan halimle ben bile mayışmışken kediler gözlerini bile kırpmadan denize bakıyordu.

Derken küçük burunlarda bir hareketlenme başladı. İlk balık kovaya düştü. Yaklaşan balıkçı teknelerinin sesi martı çığlıklarına karışıyordu. Kedilerse aceleci martıların aksine sessiz ve telaşsız bir bekleyişi sürdürüyordu. Bir balıkçı açık denizde başlayan muhabbeti bölmeden balıklardan üçünü kovaya, ikisini taşa attı. Bunu ödül ya da sadaka verir gibi değil, günlük, olağan bir işi yapar gibi yapmıştı. Sonra bir tane, bir tane daha derken minik ağızlarda birer balık, herkes kendi köşesine çekildi. Sıradan bir günü yaşayan şehir, oradan geçen bir yabancının zihninde “kediler cenneti” olarak yerini çoktan almıştı.

Bir kediyle yaşamak

Deniz kentlerinin gamsız kedilerini ziyafetleriyle baş başa bırakıp çocukluğumuzun hayat bilgisi kitaplarındaki türdeşlerine geçelim. İşte mutlu bir aile tablosu. Sobanın üstüne kestaneler çıtırdamakta, ninecik örgü örerken anne sofrayı hazırlamakta. Evin “ekmek yutamaz, sıçan tutamaz, ne de yaramaz” kedisi ise bu tablonun vazgeçilmez bir parçası olarak sobanın yanında uyuklamakta. Birazdan baba işten gelecek, bacaklarına sarılan çocuklarını şefkatle kucaklayacak ve karısının yanağına küçük bir öpücük konduracaktır. Adı “hayat bilgisi” olan bu kitapların hayatı yansıtıp yansıtmadığını önce gazetelerin üçüncü sayfalarında, sonra da bizzat kendi yetişkin dünyalarınızda görmüşsünüzdür. Nasıl ki her perdeli pencerenin ardında huzurlu bir çaydanlık fokurdamıyorsa, bir kediyle yaşamak da öyle basit bir iş değildir. Hatta çetrefilli bile denebilir, bunu da ancak yaşayan bilir.

Evinizi bir kediyle paylaşmaya karar vermişsiniz. Güzel. Üstelik onu hayvanların küçücük kafeslerde teşhir edildiği ve lüks tüketim malzemesi gibi satışa sunulduğu bir petshop’tan değil, sokaktan almış ya da bir barınağa giderek “evlat edinmişsiniz”. Bu da güzel. Kış kapıya dayanmışken ona kalbinizin sıcacık kapılarını açmış, yemeğini, suyunu ve yatacak yerini vermişsiniz. Ne denebilir ki başka, aman pek güzel. Peki, şimdi ondan ne bekliyorsunuz?

Bir yaşam ortağı olarak kedinin müthiş bir ego terbiyecisi olduğunu düşünürüm. O, sizin beğeni ve tercihlerinize göre biçim verebileceğiniz bir hamur değildir, üstelik ne evinizi bekler ne de terliklerinizi getirir. Yalnızca yaşar ve siz ona hizmet edersiniz. Bu arada koltuklarınızı tırmalayabilir, kim bilir ne kadara satın aldığınız “kedi yatağı” yerine uyumak için en sevdiğiniz kazağı tercih edebilir ya da kucağınıza alıp azıcık mıncıklama isteğinize tırnaklarıyla karşılık verebilir. O zaman anlarsınız ki karşınızdaki, komutlarınızı dinleyecek bir robot ya da her canınız çektiğinde dürtüp mıncıklayabileceğiniz peluş bir oyuncak değil, basbayağı sizin gibi bir canlıdır. Bazen de anlamak işinize gelmez, “Nankör şey!” der, geçersiniz.

Bilge Karasu, “Bir Hayvanla Yaşamak” başlıklı yazısında bu durumu çok iyi anlatır:
“Beslemekle övünüp bununla yetinmek istemek, gülünçtür; ötekini aşağılamak, kendimizi de aşağılamaktır. Hayvanın karnını doyurmaktan çok ötesi de sizin elinizdedir, onun da pek çok şeyi elinde tuttuğu gibi... Besleriz; en ufak bir beklentimiz yerine gelmediğinde de ‘nankör’ deriz ona. Bu durumun gülünçlüğü niye bu kadar az fark edilir?” 

Doğru söze ne denir? Yeryüzünün belki de en tuhaf yaratıkları olan bizler, şu dünyadaki her canlının ihtiyaçlarımızı karşılamak için yaratıldığından bir an bile şüphe etmeyiz. Tavukların varlık sebebi sabahları omlet yiyebilmemizdir, köpeklerle kendimizi daha otoriter, daha "sahip" hissederiz, ağaçlar deseniz bize kâğıt ve yakacak sağlar, yılbaşında da ölü bedenleriyle salon köşelerinde ev süsü olur. Hayatımızdaki eksiklikleri istediğimiz biçimde kapatmayan, üzerinde bir türlü kontrol sağlayamadığımız canlılara ise en güzel örnek, kedilerdir.

İşte bu yüzden kedi, bitmek bilmeyen beklenti, hırs ve arzularıyla hayatını zindana çeviren insana kabullenmeyi, koşulsuz sevmeyi ve beklentisiz hizmeti öğreten, hem de bunu yalnızca var olarak yapan müthiş bir terbiyecidir. Alkış, minnet ve karşılık beklemeden yaptığınız kaç eylem var şu dünyada, bir düşünün.

Kediler ve yazarları
Elimde çok hoş bir kitap var, Gökhan Akçura’nın derlediği “Ivır-Zıvır Tarihi” serisinden “Kedi Kitabı”. Akçura, kedi figürünün eserlerde kâh ana kahraman kâh bir tasvir aracı olarak kullanılmasından, kedilerle geçen çocukluk anılarına ve kedilere yazılan methiyelere kadar yazar ve çizerlerin ilişkisini pek çok açıdan görme fırsatı veriyor. İnsan düşünmeden edemiyor tabii, yazan kişilerin çoğunluğu kedi sever midir, yoksa bunu yazarak ifade ettiklerinden ötürü mü biz diğer meslek grupları arasında yazarları “kedili insanlar” olarak tanırız? Örneğin neden “avukatlar ve kedileri” ya da “inşaat mühendisleri ve kedileri” diye bir fotoğraf /yazı dizisi yapılmaz?


Düşünüyorum da, yazarlığın getirdiği/gerektirdiği yalnızlıkla bir ilişkisi olmalı kedilerin. Ancak kendi istediği zamanlarda sosyalleşen ve karşısındakinin oyun ya da otorite ihtiyacını zerre kadar önemsemeyen bir yaratık olarak kedi, belki de meslek grupları arasından en çok sanatçılara benzemekte, bu iki canlı “türü” birbirlerine özel bir yakınlık duymaktadır. Yalnızca Türk edebiyatında Tevfik Fikret’ten Refik Halit Karay’a, Orhan Veli’den Ülkü Tamer’e, Behçet Necatigil’den Murathan Mungan’a onlarca ismin yanında dünyanın dört bir köşesinden yüzlerce şair ve yazarın kedi sevgisini açıklamanın bir yolu da bu olabilir mi?

Dünyayı kedi sevenler ve sevmeyenler diye ikiye ayıran yazarlar da vardır. Örneğin, “Kedileri ille herkes sevsin demeyeceğim ama ben, kedi sevmeyenlerle anlaşamam,” der Nurullah Ataç. “Sevmiyorum, nefret ediyorum!” gibi cümleleri zaten fütursuzca sarf ediyoruz ama bunu bir hayvan için kullanmak size de anlamsız gelmiyor mu? Kendi halinde yaşayıp giden bir canlıya dair böyle keskin cümleler kuran birine güvenir misiniz? Bu soruya yanıtım şöyle olurdu: Hayvan sevmeyene temkinle yaklaşırım ve sevene, özellikle de kedi seven birine kalbimi ta en baştan açarım. Çünkü kedi sevmek kesinlikle sabır ve emek isteyen, öğretici bir süreçtir. Her biri şahsına münhasır bu tatlı yaratıklarla yaşamayı seçen kişi birtakım güzel özelliklere baştan sahip değilse bile, zamanla kesinlikle edinmiştir.

Mutluluk…
Onunla birlikteliğimiz on üç yılı geride bıraktı. Tanıştığımız ilk andan beri hiçbir huyunu değiştirmeye kalkmadım. Kedimin bana öğrettiği en güzel birinci şey, bir kişiyi/canlıyı olduğu gibi kabullenmek, ikincisi ise minnet ve karşılık beklemeden iyilik etmektir. Her gün güzel yüzünü avuçlarımın arasına alır ve bal gözlerinin içine bakarak “Kedim,” derim, “seni çok seviyorum!”  Tüm canlılar gibi kedileri de severim elbet ama bunca yıllık ev arkadaşımın yeri çok ayrıdır.

Fakat ne yalan söyleyeyim, uykusunu kıskanırım. Hatta bazen uykusunu çalmak isterim. Yatacağı yeri iki hamlede koklayıp kendi etrafında birkaç tur attıktan sonra, olduğu yere kıvrılıp birkaç saniye içinde rüyalar âlemine yollanırken ben o anları hep özenerek izlerim. Bir de güneşle yaşadığı aşk vardır ki, sayfalar verseniz anlatamam. Kim bilir, belki tam olarak anlayamam da. Başlangıçta “Kediler sıcağı, dolayısıyla da güneşi pek severler,” diye düşünürken onu izledikçe güneşle ilişkisinin keyiften öte bir tür teslimiyet, bir nevi aşk olduğuna karar vermişimdir.

Bu mühim gözlemlerim yanı başımda tatlı tatlı horuldayan kedimin umurunda değil elbet. En fazla tek kulağını sesimin geldiği yöne çevirir, yoksa patisi bile oynamaz.  Hele uyanışı, bacaklarını gererek yerde yuvarlanışı… Bazen başımı hafifçe karnına dayar ve güneşten sıcacık olmuş tüylerinin altında, benimkinden neredeyse iki kat daha hızlı atan minik kalbini dinlerim. Bir başkası değil kendisi için, kendi halinde var olan bu canlıya saygım her geçen gün biraz daha pekişir. Böyle anlarda yeniden emin olurum: Mutluluk bir kedi göbeğinden ibarettir.


Ne olur yapmayın!

  • Bir insana kedisini gösterip önce “Kaç yaşında?”, sonra da “Kaç yıl yaşıyor bunlar?” diye sormayın. Farkında değilsiniz belki ama bu ikinci soru çok yaralayıcı olabilir. Aynı sorunun çok sevdiğiniz biri için size yöneltildiğini düşünün. 
  • Bir kediyle yaşamak, “iyi günde, kötü günde” tutulmak üzere verilmiş bir sözdür. Kendinize ve çevrenize “Tek başıma eve çıktım, hemen de bir kedi aldım,” gibi mutluluk tabloları çizmeden önce iyi düşünün. “Sıkıldım, taşındım, evlendim,” gibi türlü bahaneyle onu terk edecekseniz, varsın sizin de kediniz olmayıversin. O tutmadığınız söz gelir bir gün sizi bulur, bence.
  • Gidip de dükkânlardan kedi almayın, evcil hayvanların ev süsü gibi görücüye çıkarıldığı bu ticareti desteklemeyin. Sokaklar, barınaklar ne güne duruyor? İlle de “cins” olsun diyorsanız, asıl istediğinizin “ne” olduğunu kendinize bir kez daha sorun.
  • Bilge Karasu’nun çok güzel dediği gibi “Eve kedi aldık” deyimi bir cahillik belirtisidir. O bir eşya ya da sığıntı değil, kanlı canlı ev arkadaşınızdır.  Saygıda ve sevgide kusur etmeyin.

Meraklısına:
Ne Kitapsız Ne Kedisiz, Bilge Karasu, Metis Edebiyat, 1997
Kedi Kitabı, Ivır-ZıvırTarihi/Arşiv, Derleyen: Gökhan Akçura, Om Yayınları

Not: Bu yazıyı Yolculuk dergisindeki "Ortak Yaşam" isimli köşe için yazmıştım. Aslına buradan ulaşabilirsiniz
Yazının girişindeki Mushu fotoğrafı, sevgili arkadaşım Zeren'e ait...


4 yorum:

  1. Sizi ilk defa okudum. Hissettiklerimin bu kadar güzel dile getirilmesi; hayatını kedilerden önce ve sonra diye ikiye ayıran beni çok duygulandırdı, ve hayran bıraktı. Bundan sonra güzel yazılarınızı takip edeceğim. Sevgiyle kalın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Oya Hanım, çok teşekkür ederim içten yorumlarınız için. Yaşasın kediler:)

      Sil
  2. Merhabalar;
    Bayıldım bayıldım yazınıza kelimelerinize fotoğraflara:) Mutluluk bir kedi göbeğinden ibarettir sözünü de ne kadar sevdim anlatamam çünkü gerçekten de öyle:) Kocaman puntolarla yazıp baş köşeme asmak istiyorum bu sözü:) Tam da yazarı olduğum dergiye kedilerle ilgili bir yazı yazarken buldum sizi çok sevindim. Yayınlandığında paylaşmak isterim okumak isterseniz:) Çok sevgiler ve selamlar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Tuğba Hanım, kedilerle ilgili yazınızı okumayı çok isterim. Sevgiler:)

      Sil