27.07.2013

dünyanın en iyi okulu


Anasınıfını ve yanlış hatırlamıyorsam ilkokul birinci sınıfı okuduğum okulun binası ahşaptı. Tebeşir tozunun ve gıcırdayan tahtaların kokusu hala burnumda. Eskiydi okul, hem de çok eskiydi. Bahçe duvarının boyası yer yer dökülmüş, beyazların arasından tuğlalar çıkmıştı. Duvarın bir kısmı yoktu zaten, kırık dökük tuğlalarla yama yapmaya çalışmıştı biri ama anlaşılan başarılı olamamıştı. Duvar diplerinde biten, o yaşta dizlerime kadar gelen yabani otları da hatırlıyorum. Bazısı dikenli olurdu. Bazısının tohumları patlayınca “zehir” saçardı ve erkekler onları toplayıp kızları korkutmak için kullanırdı. Bir de bahçenin kendimizce tehlikeli ve gizli yerleri vardı; paslı demirlerin, duvardan kopmuş tuğlaların ya da alet edevatın yığıldığı tozlu, kumlu köşeler. Çocuk aklımızla macera üstüne macera yaşardık anlayacağınız. Ama esas macera başkaydı. Okulun tuvaleti dışarıdaydı ve kış vakti titreyerek o küçük tahta kapıya ulaşmaya çalışmak, minik bedenlerimiz için pek eğlenceli olmazdı.

Bugün kendime şu soruyu soruyorum: Acaba eğitimle ilişkimin böyle bir yapıda başlaması, beni okumaktan soğuttu mu?

Aslına bakarsanız bir gün bile okula gitmek istemediğimi hatırlamıyorum. Hatta yeni binaya geçtiğimizde o boya kokan koridorlar, parlak taş zemin ve floresanların soğuk ışığı biraz canımı bile sıkmıştı. Ama dersler ve oyunlarla geçen günler içinde, ona da alışmıştım. Ne de olsa daha iyisinin mümkün olabileceğini bilmiyordum. Geleceğin çocuklarının bambaşka koşullarda, sırf yaratıcılıklarını, meraklarını, hayal güçlerini geliştirsinler ve daha iyi yetişsinler diye tasarlanmış binalarda okuyacaklarından haberim yoktu.

Yine soruyorum kendime: Acaba başka şartlarda, başka bir binada okumak hayatımın gidişatını değiştirir miydi? Kesinlikle evet, diyebilirim. Ne de olsa binaları zihniyetler yaratır. Koridorlarında yalınayak koşabileceğim, yerlerinde uzanıp kimseden izin almadan, raftan çekiverdiğim bir kitabın sayfalarını karıştırabileceğim… Kuralların olduğu ama bana karşı değil, benim için konduğu bir sistemde, daha hızlı gelişip büyür müydüm acaba? Yirmili yaşlarımın sonuna denk gelen “kendini keşif” süreci, biraz daha erken bulmaz mıydı beni? Bulurdu sanki. Ne de olsa, özgür bir zihnin ne olduğunu, daha o yaşımda görmüş olurdum.

Tüm bu sorular durup dururken aklıma düşmedi elbet. CerModern’deki “Dünyanın En İyi Okulu - 21. Yüzyıl Finlandiya’sından Yedi Okul” sergisini gezerken birden öğrencilik zamanlarımda buldum kendimi. Mimari çizimlerin, okul fotoğraflarının ve maketlerin arasında dolaşırken, ister istemez bir kıyas yaptı zihnim…

Neden Finlandiya? 

Başlangıcından günümüze kadar Fin okul sistemine genel bir bakış açısı sunan “Dünyanın En İyi Okulu” sergisi, Fin Mimarlık Müzesi tarafından hazırlanmış. Finlandiya, eğitim sisteminden öğretmen yetiştirme yöntemlerine ve okul mimarisine, yalnızca Türkiye’nin değil tüm dünyanın ilgisini çekmekte. Bunun sebebiyse Fin öğrencilerin on yılı aşkın süredir OECD’nin uluslararası PISA akademik başarı değerlendirmesinde matematik, okur-yazarlık becerileri ve fen bilimleri başta olmak üzere çeşitli alanlarda en iyi sonuçları elde etmeleri. Finlandiya eğitim sisteminin yedi okulla temsil edildiği bu gezici sergi ise mimarlık ve eğitimin birbirini besleyen ve bütünleyen yönlerini gözler önüne seriyor ve “Bu çocuklardaki öğrenme ve araştırma hevesini geliştiren, onları başarılı kılan faktör nedir?” sorusunun yanıtını, okul binalarının tasarımında arıyor. Ne demiştik, binaları zihniyetler yaratır.


21. yüzyılın Finlandiya’sında tüm okullar bir “öğrenme ortamı” olarak hizmet veriyor. “başka ne olacaktı?” demeyin, ilk etapta anlaşılandan çok daha fazlasını içeren bir kavram bu. Okulları inşa ederken tek bir amaç vardır, değil mi? Eğitim. Finlandiya okulları da arazilerindeki her noktayla bu amaca hizmet etmek üzere tasarlanıyor. Öğrenme ortamı, sınıfların fiziksel planlama ve dekorasyonundan okulun doğal ve halka açık bölümlerine kadar her köşesini içeriyor. Böyle bir ortamın kalitesi standart bir rahatlığın ötesinde, okul binası ve çevresinin bütünsel fonksiyonelliği ile ölçülüyor. Öyle ki, estetik öğelerin eklenmesi için dahi özel kararlar gerekiyor. Aynı zamanda, ekolojik sürdürülebilirlik ilkesiyle tasarlanan binaların uzun ömürlü olmasına, bakım ve tamiratının kolay yapılabilmesine de özen gösteriliyor. Tüm bu kriterleri bir yana bırakalım, Finlandiya’da 2000-2010 yılları arasında ilk ve ortaokul binalarını kapsayan toplam 15 adet mimari proje yarışması düzenlenmiş olması bile, eğitimde mimariye verilen önemi anlamaya yetiyor.

Ferahlık ve iyi hisler 

CerModern’in alt katındaki sergi alanında dolaşırken, ilkokul çağlarında küçücük bir çocuk olduğumu hayal ettim ve yedi okul maketinden birinin içine gizlice giriverdim. Tek katlı okul binasının geniş, yeşil bahçesinde buldum kendimi. Okulun kapısından girdiğimde ise içim, devasa camlardan süzülüp koridorları, sınıfları aydınlatan gün ışığıyla doldu. İçeride olduğum halde gökyüzünü sınırsızca görebilmek ne güzeldi! Sonra bir an, ayaklarımın yerle temasını fark ettim. Ayakkabılarım yoktu! Renkli çoraplarımla, günlük giysilerimle, diğer küçük arkadaşlarımla evimdeymiş gibi rahattım. 

Sınıfların açıldığı büyük salonda yemek masalarımız duruyordu. Yemek yemek için adı “yemekhane” olan bir başka bölüme geçmemiz gerekmiyordu. Kütüphane de aynı bakış açısıyla, okulun tüm koridorlarına yayılmış durumdaydı. Duvarlara çakılı raflarda diziliydi kitaplar, her an elimin altındaydı, ne de olsa kitap okumak özel ve ayrıcalıklı bir uğraş değil tamamen doğal bir haldi. Ben de bir düşte olduğumu unuttum, raftan seçtiğim kitabı bir kuytuda okumaya koyuldum. Okulun içinde böyle küçük kuytular vardı, benim gibi yalnızlıktan hoşlanan miniklerin bir köşede kendi kendine oynayabileceği, okuyabileceği, öğretmenlerin gözetiminde olan ama “kuytudakine” gözetlenme hissini vermeyen...


Bir çocuk olarak özgürce var olabilmem, kendimi iyi hissetmem için tasarlanmış bir alan. Koridorun devamında el işi atölyeleri, LED ekranlar, bilgisayarlar, dışarıdan içerinin rahatça görülebildiği camlı sınıf kapıları, küçük bedenimle bana uçsuz bucaksız gelen bahçe... Otoriteyi, yasağı çağrıştıran tek bir köşe yok. Tüm bu imkânların büyük şehirlerimizin özel okullarında da olduğunu söyleyeceksiniz, biliyorum. Fakat benim bulunduğum yer “özel” bir okul değil, Finlandiya’daki her çocuğun eşit şartlarda eğitim görebileceği, tüm imkânlarından özgürce faydalanabileceği bir okuldu.

Işık, daha çok ışık! 

Helsinki Belediyesi Eğitim Departmanı’ndan Baş Mimar Kaisa Nuikkinen, sergi katalogunda eğitim ve mimarinin ilişkisini çok güzel özetlemiş. Öğrenme sürecinin içinde bulunan fiziksel atmosferden bağımsız düşünülemeyeceğini vurgulayan Nuikkinen, okul mimarisinin amacının okulun genel amacından farklı olamayacağını ifade ediyor. Eğitimin bir çocuk için öğrendiğini nerede ve nasıl uygulayacağını gördüğünde çok daha anlamlı bir hal alacağını söyleyen Nuikkinen, okul tasarımlarının da çocukların deneme cesaretlerini, eleştirel bakış açılarını ve yaratıcılıklarını geliştirme fırsatı sunacak biçimde düzenlenmesi gerektiğini belirtiyor.

Sergide yer alan yedi okul, 2001-2007 yılları arasında hayata geçirilmiş. Öğretmenlerin, okul müdürünün ve mimarların işbirliğiyle tasarladıkları okullarda her ayrıntı bir anlam ifade ediyor. Bu işbirliğinin kendini en iyi gösterdiği yer ise öğretmenler için ayrılan salonlar ve çalışma alanları. Bir kafe atmosferinde tasarlanan öğretmenler odasında çay servisi yapan okul müdürüne rastlamanız mümkün. Öğretmelerin birbirleriyle ve okul müdürüyle günlük toplantılar gerçekleştirebilmesi için düzenlenmiş bu odalar, ciddi çalışma ortamlarının ötesine geçiyor. Bu da hiyerarşiden uzak özgür düşüncenin, fikir paylaşımının ve yaratıcılığın önünü açıyor.

Kış mevsiminin büyük bölümünü sıfırın altında hava sıcaklıklarıyla geçiren Finlandiya’da, o koşullarda okul bahçesinde oynayan, koşan ve kayan çocuklar görürseniz şaşırmayın. Fin mimarisinde yalnızca binanın tasarımı değil, onu çevreleyen mekânın binayla ilişkisi ve kullanımı da büyük önem taşıyor. Öğrenciler için korunaklı, güvenli bir öğrenme ortamı sunmayı hedefleyen okulların birçoğu, karda oynayabilmeleri için çocuklara özel giysiler de sağlıyor. Fin okullarında derslikler bomboş, işlevsiz salonlara değil, oyun oynamak, yemek yemek ya da okumak için kullanılan sosyal alanlara açılıyor. Bir bakıma boşluk, boş olmaktan kurtuluyor ve bir anlam kazanıyor. Birçok okul, gün ışığını içeri davet edercesine, yerden tavana dek camla kaplı ya da büyük çatı pencerelerinden içeriye kucak kucak güneş giriyor. Yılın büyük bölümü güneşten mahrum kalan bir ülkede bu devasa pencerelerle doğal aydınlatmanın yanında çocukların bedensel gelişimi de düşünülmüş olmalı.

Açık, şeffaf ve esnek… 

Bir ülkenin kalkınmasında okulların en önemli rolü oynadığına inanan ve eğitimin ücretsiz olması gerektiği ilkesini savunan Finlandiya, bu yaklaşımla açık, şeffaf ve esnek okul modellerini geliştirmiş. Çağdaş eğitim sistemlerinin gerekliliklerine göre uyarlanabilme özelliğine sahip bu mekânlar bir yandan eşitlikçi bir toplumda eğitimin önemini vurgularken diğer yandan okul mimarisinin eğitiminde ne kadar önemli bir rol oynadığını ortaya koyuyor. Çocukluğumun arka arkaya dizilmiş sıralarını, sıralardan daha yüksek bir platforma çıkmış kara tahtada ders anlatan öğretmenlerini, disiplin ve otoritenin her yönüyle temsil edildiği o yapıyı hatırlayınca, bu konuda sorgulamamız gereken daha çok boyut olduğunu düşünüyorum…

Fotoğraflar:
1 ~ Mimarlık firması: K2S, Okul: Enter Ortaokulu, Fotoğraf: Marko Huttunen, 
2 ~ Mimarlık firması: Häkli Architects, Okul: Hiidenkiven Okulu, Fotoğraf: Jussi Tianien
3 ~ Mimarlık firması: Lahdelma & Mahlamäki, Okul:Joensuu Lisesi, Fotoğraf: Jussi Tianien

Kaynaklar: 
Finland Rethinks Factory-Style School Buildings, Sarah D. Sparks, Education Week, 6 Temmuz 2012, www.edweek.org 
Learning Spaces: How They Meet Evolving Educational Needs, Kaia Nuikkinen
The Best School in the World, 2011 Sergi Katalogu

Bu yazı, Home & Office Concept dergisinin Nisan 2013 sayısında yayımlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder