5.04.2011

oynamadan olmaz

Küçükken bana çok büyük gelen bir pasajın içinde otururduk. Apartman kapımız sokağa değil, pasajın giriş katına açılırdı ve karşıma oyuncakçının rengârenk vitrini çıkardı. Vitrin ayda yılda bir değişse de ben her seferinde en az bir-iki dakikayı önünde geçirir, sokağa ya da evimize ondan sonra dönerdim. Şimdi düşündüğümde hepsine sahip olmak arzusu duyduğumu sanmıyorum. Daha çok dev boyuttaki tüylü hayvanların, pembe yanaklı bebeklerin, topların, arabaların ve içlerini göremediğim renkli kutuların öykülerine duyduğum meraktı, bu günlük "saygı duruşları"mın nedeni.



Evde ise en sevdiklerim plastik bir poşette duran tahta oyuncaklarımdı. Üzerlerine tuğla deseni çizilmiş, uzunlu kısalı dikdörtgen prizmalar, kemerli köprüler, boy boy çatılar… Halının üstünde küçük bir kurbağa gibi çöker, var olmayan bir ülkeye kaleler, altından sular akan köprüler, nehir manzaralı evler yapardım. Kafamın içinden neler geçerdi, hatırlamıyorum. Aklımda yer eden tek şey, o anlarda duyduğum neşe ve huzur. Ne barbi bebeklerin simli eteklerinde ne de bilgisayar oyunlarının nefes kesen sahnelerinde bulamadığım sıcak his. Hoş, böyle bir his kimde yoktur ki? Şeker renkli plastiklerin çekici dünyasına giren her yetişkin, araya sıkışıp kalmış bir topaç gördüğünde gülümsemez mi? Bir de bakar avucundadır o topaç şimdi. Parmakları ahşabın yuvarlak hatlarında gezerken içi azıcık sızlamaz mı? Bir çocuğun oyuncakçı vitrinindeki duruşu gibi o yetişkin de durup geçmişi, büyüdükçe yitirdiklerini, kendini sonu belli oyunlarda değil de kendi dünyasında tamamen kaybettiği günlerini anımsamaz mı?

Belki de işte tam bu his yüzünden yüzümüz her geçen gün biraz daha doğaya dönüyor. Aradığımız mutluluğu dışarıda, plastik kablolarda, 140 karakterlik mesaj alanlarında, senede bir değişen karaktersiz çizgi film karakterlerinde bulamadık. Gofret kokulu bakkalları, köy kahvelerini, ekransız ilişkileri istiyoruz. Güne bakan çiçekler gibiyiz. Deneyim kazandıkça acemileşen gözlerimizi doğaya ve içimize çevirmeye çalışıyoruz. Bu zorlu yolculukta karşımıza çıkan küçük işaretler fısıldıyor kulağımıza, “devam” diyor. İçimizde yarattığımız dünyalara, oyunlara inanmaya devam...


Görseller, Fransa'nın en köklü oyuncak üreticilerinden Vilac'ın tahta oyuncaklarından alınmıştır. Nisan ayında yolunuz Paris'e düşerse Dekoratif Sanatlar Müzesi’ndeki “Vilac: Tahta Oyuncakların100 Yılı” sergisini görebilirsiniz. Yukarıdaki yazım ise bu ay Yolculuk dergisine yazdığım sergi yazısından alındı. Devamı için Yolculuk dergisini online olarak okuyabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder