Yazarla benziyor niyetlerimiz: dili çözmek değil, gözleri açmak. Bilip ahkam kesmek için değil, bilip bakabilmek, anlayabilmek için öğrenmek.
Daha giriş kısmında not aldığım birkaç cümle, zihnimi "Nasıl yazmak istiyorum?" konusunda güzel düşüncelere sürükledi. Örneğin Rembrandt'ın "Fil" çizimi. Birkaç kalem savuruşuyla heybetli bir fil karşınızda! İnce tasvirlere gerek kalmadan, süsleyip püslemeden, fotoğraftan çıkmış gibi yapmadan karşısındakinin bir fil olduğunu tüm canlılığıyla hissedebiliyor insan. Benim yazıda düşlediğim bunun gibi bir şey işte. Sade, yalın, bağırmadan, soğukkanlılıkla anlatabilmek bir şeyleri.
Aslında yalnızca yazıda da değil. Genel bir duruş olarak duruluk, durulmuşluk. O fil gibi süssüz ama kendinden emin.
Onun kimseye bir fil olduğunu ispatlamaya ihtiyacı yoktu. Rembrandt'ın kimse için filini detaylandırma, süsleyip püsleme ihtiyacı duymadığı gibi. Neyse o. (Bu noktada Jacques Prévert'in "Je suis comme je suis" başlıklı şiiri gelmişti aklıma.)
Bir şeyleri oluruna, olmaya bırakmak. İnsanlarla, hayatla ya da kendinle savaşmadan hayatın her alanında sevdiğin, kendini gerçekten ifade ettiğin şeylere odaklanmak. Yalnızca "olmak". Gerisi zaten bir tepside sunulur gibi hissediyorum. Altın mı olur bilemiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder