29.09.2011

koş, koşalım!


Canım dostum rot'un tavsiyesiyle Haruki Murakami'nin "What I talk about when I talk about running" isimli kitabını okuyorum şu sıralar. Sindire sindire, her gün bir, en çok iki bölüm, tadını çıkararak. Metroda yirmi dakika örneğin, yemekten önce on dakika daha, okuduğum öbür kitaptan ayrı bir yerde tutarak zihnimde, gözümde. Belki de bitmesin diye.

Murakami'nin aynı zamanda bir maraton koşucusu olduğunu bu kitabı okuyana kadar bilmiyordum. İlk bölümde sevgili yazarla kişiliklerimiz arasında pek çok ortak nokta da gözüme çarptı, tanıştığımıza ayrıca memnun oldum. Ekip çalışmasına dayalı sporları sevmeyişimiz örneğin. Ekipli işlere yatkın olmamanın neredeyse bir özür sayıldığı ve insanların kendilerini eksik hissederek yatkınlaşma adına eğitim salonlarında, outdoor aktivitelerinde ruhlarını paraladıkları günümüzde, bunu böyle rahatça ifade edebildiği için yürekten kutladım kendisini. Aynı şey rekabet için de geçerli ki, Murakami de ben de kendimizi başkalarıyla yarıştırmaktan, karşılaştırmaktan hiç hazzetmiyoruz şekerim. Bir de yalnızlığı seviyor, yalnızlığı arıyoruz. Gerçi o, bu konuda benden on kat daha becerikli ve kararlı. Bense "Tanrım ne kadar da yalnız değilim!" diye mızıldanmakla birlikte sosyal kelebekliğimden ödün verme konusunda -şimdilik- pek başarılı sayılmam. Murakami, senden öğreneceğim çok şey var dostum. 

Örneğin şu iki sözcük: Odaklanma ve süreklilik. Masamın karşısındaki duvara keçeli kalemle, büyük harflerle yazmalıyım. Sonra evdeki aynalara, hatta asansörün aynasına -bak bu iyi fikir, kim bilecek, anlayacak?-, belki gözlük camlarıma... Odaklan ve odaklandığın şey her neyse sürekliliğini koru. "Şey"ini unutma.

Uzun lafın kısası, hem gülümseyerek okuduğum kişisel özellikleri hem de o güne kadar eline kalem almamış, hiçbir spor aktivitesinde bulunmamış biri olarak koşmaya ve yazmaya otuz iki - otuz üç yaşlarında başlamış olması beni bu kitaba daha çok bağladı. 

Koşmak ile yazmak, yaratmak ve hatta yaşamak arasındaki bağlantıyı öyle etkileyici örneklerle ortaya koyuyor ki Murakami, bununla ilgili ayrıca, uzun uzun konuşmak isterim bir gün. Belki de konuşmam. Ama şu kitabı bir okuyun derim. Belki sonra üzerine birlikte düşünür, laflarız.

Ben koşuyor muyum, üç-dört denemeyi saymazsak hayır. Koşanlara özenirim o ayrı. Ancak koşmak eylemine "*" dersek, kısa bir süre önce hayatıma giren, olayları ve kişileri algılayışımı adım adım değiştiren başka bir "*" var. Güne gözümü açtığım anda içimi mutlulukla dolduran bir "*". Bundan da bir gün konuşuruz. Hem olamaz mı, olabilir, belki bir gün koşarım da. Bence koşarım.


"Most runners run not because they want to live longer, but because they want to live life to the fullest."












Murakami'nin fotoğrafı bugün keşfettiğim Tusitala blogundan alındı, gidiniz, geziniz >>

3 yorum:

  1. o "*" neeeeeeeeeeeeeeeeeee :)

    çok üzel olmuş ellerine sağlık

    çok güzel değil mi ya kitap? volkan da okuyor şimdi

    YanıtlaSil
  2. Senin yazını okuduktan sonra, birkaç saat içinde gidip kitabı aldım. Gece de ilk 40 sayfasını okudum. Çok değişik bir biyografi gerçekten...

    YanıtlaSil
  3. Kitabı okumadım henüz ama koşmayı her mevsimde hatta ve de özellikle soğuk, karlı havalarda seven bana çok hoş geldi yazdığın. Koşmak farkındalıkla yapılırsa insanı bedenine yerleştiren ve sonra etrafında ne varsa bir kılan ve nefesini her an hatırlatan bir yaşam anı. Giy ve koş, bu kadar basit ama kondisyonu açısından bir o kadar disiplin isteyen eylem koşmak. Evet koşmak kesinlikle bir yaşam biçimi, bunu tüm koşanlar söyleyecektir. Koşu ayakkabılarını ilk eskittiklerinde.

    YanıtlaSil