10.04.2012

çekilme anları


Bu fotoğraf, Fransa'nın Bretagne bölgesindeki midyeci kasaba Cancale'den. Denizin çekildiği, sustuğu saatlerden. Suskunluğu bana Harran Ovası'nı anımsattı. "Hiçliğin ortasında, yerle gök arasında". Böyle demiştim, yıllar önceydi. Şimdiyse hiçliğin değil, her şeyin ortasındayım. Susmak, her şey gibi.

"Nasıldı?" diye soruyorlar. Başka nasıl soracaklar? "Güzeldi, güzel" diyorum, başka nasıl diyeceğim? 

Aslında nasıl olduğunu gelince gördüm.

Önce bir hostesin yüzünde. Uçakta karşılaşmayı umduğum en sıcak yüz, ne kadar donuktu... Belli ki bir derdi vardı, belki de birden çok. Hakkını yemeyeyim, işinde iyiydi, bembeyaz gülümsüyordu. Ama gergindi işte, alnında sıkıntılar birikmişti. Dimdik yürüse de üflesen dağılacak gibiydi. 

Görmeye devam... Etrafta bir sürü kara çember. Herkes aklı ve sözüyle, el emeği göz nuruyla yarattığı çemberinin içinde. Güzel bir deneyimi olumsuzluk ekleriyle süslemeye temkinlilik deniyor. "Öyle her şeyi beğenmemek" üstün zevk göstergesi. Kendini iyi ve doğru hissetmenin yolu bir başkasını eleştirmekten geçmekte. 

"İki tür insan vardır," demişti, "besleyen ve zehirleyen". Karşısında oturmuştuk. Aklımızda binbir düşünce. Bu konuşma kaçımızın hafızasına kazındı? O andan sonra izlemeye başladım. Kişinin yanlış algılarla önce kendisini, sonra bu algılardan kaynaklanan yorumlarla çevresindekileri nasıl zehirlediğini gördüm. Kendi kendimi zehirlediğim, kendimden kurtulduğum anlara tanık oldum. 

"Olumsuz duygu ve düşüncelerinizi birbirinizle paylaşmayın." Ne yalan söyleyeyim, başlangıçta zor gelmişti. İyi olanı değil de kötü bulduğumuzu söylemek neden daha makbuldur? Neden tatlı bahar havasını iki sözcükte geçeriz de örneğin, sert esip de başımızı ağrıtan rüzgarı anlat anlat bitiremeyiz? Anlattığımız kişi de karşılaştığı ilk rüzgarda şiddetli bir baş ağrısı anımsasın, şakaklarında ince bir sızı mı duysun isteriz? 

İnsan herkesten önce kendisini zehirler. Uyanıp da bakmazsa zehri büyür, kendini aşar. Dayanamaz bir başkasına geçer. Belki de insan içten içe, hayata verdiği eksilere bile bir artı puan, bir onay bekler. 

Peki çözüm ne? Bir şey var, öğrendiğim. Susup da çekilen deniz misali, iki adım geriden izlemek kendini. Ya da ötekini. Sevdim-sevmedim demeden, yorumsuz. Fotoğraf karesinde donan an gibi. 

Hadi sana yedi günlük bir oyun. Derin bir nefesle izle kendini. Aklından geçene, ağzından çıkana, parmağından klavyeye düşene bir bak. Zehirliyor musun, besliyor musun?

İşten güçten, trafikten, gittiğin restorandan, arabandan, sevgilinden yakınmadan önce dur, düşün.

Tam zehirleyecekken, susabiliyor musun?
Ya da tam zehirlenecekken, yansız ve yorumsuz, izleyip geçebiliyor musun?

Yoga günlükleri >>

8 yorum:

  1. Had to translate it in english but worth reading.... Awesome!

    YanıtlaSil
  2. Çok etkileyici yazım tarzınız, okumaktan çok büyük keyif aliyorum. Yolculuğunuzun detaylarını paylaşacağınız yazıları heyecanla bekliyorum.
    Sevgiler,
    n

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim güzel yorumlarınız için.

      Sil
  3. okumasi oyle keyifli ki elinize saglik.

    YanıtlaSil
  4. Ellerine saglik Deniz'cim! iyi ki gitmissin, gormussun, yazmissin.
    Denemisligim var, oyun zor ama olmasi gereken. Keske herkes oynasa, daha kolay olur, di mi?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eklemeyi unutmusum :) Sevil Egeli

      Sil
  5. bu oyuna sonuna kadar varım, sadece 7 gün değil:).
    sürekli eleştirmeyi, olumsuzlukları dile getirmeyi bir varoluş şekli olarak görmeyip, sahip olduğumuz güzel ve değerli şeylere sarılarak, onlara sahip çıkarak, iyilik düşünüp iyilik saçarak yaşamayı öğrenmek ne güzel olur bütün insanlık için.
    denemeye değer...

    YanıtlaSil