17.05.2012

"cesur ve çalışkanların işidir yoga"


Bugün baktığımda görüyorum ki hayatım boyunca yoganın etrafında dolanmış, bazen yanına kadar gelmiş, bazen de tamamen uzaklaşmışım. Farklı yıllarda, farklı temaslar ama sonrasında hep bir kopuş. Hayatımın türlü değişim ve adaptasyonlarla geçmesi, yoga konusunda yakın çevremde ilham alabileceğim birilerinin olmaması gibi birçok sebebi/bahanesi olabilir bu kopuşların. Ama eninde sonunda, hazır olduğunda o geliyor, buluyor seni. Artık ömrün boyunca -hatta senden sonra da- süreceğini bildiğin bir müziği duymak gibi. Önceleri hem kendi sesinle hem de hayatın gürültüsüyle, belki biraz da bilinmeyenin korkusuyla bastırdığın ama artık hep senin yanında, geri planda, gününün her anında çalacak bir melodi. Sessizliğin güzel sesi.

Şimdi bütün bunlar nereden aklıma geldi?
Bu ay derKi'de* Yogibaba Adnan Çabuk ile yapılmış bir röportajı okuyunca tanıştığımız günü, o yağmurlu İstanbul gününü hatırladım. Yogayla temaslarımdan biriydi onunla yaptığım röportaj. Sonrasında da bağımız kopmadı, ikinci bir çalışma gerçekleştirdik ve otobiyografi kitabı "Sessizliği Bozmadan: Mezopotamyalı Yoginin Yaşam Serüveni"nin editörlüğünü yapma şansına, onuruna sahip oldum. Bu çalışmanın bir kısmında Ankara'da, bir kısmında Arnavutluk, Tiran'da oturmama rağmen mesafeler iletişimimizi hiç engellemedi. Kilometrelerce uzaktan, benim aceleci tepkilerim ve sabırsızlığım karşısında, her koşulda koruduğu dinginliğinden, sabır ve şefkatinden çok şey öğrendim.

Sanki dün gibi ama aslında ne çok şey değişmiş. Eskilerin arasından bulup çıkardım o yazıyı. Yazsam belki bugün yine aynı satırları yazardım ama "ne anladığım" öyle başka ki paylaşmadan edemedim. Yıllar önce Yolculuk dergisinde yayımlanan, Türkiye'nin ilk yogisi, Yogibaba Adnan “Ananda” Siddviho Çabuk'un hayat öyküsünden ve yogaya dair değerli sözlerinden parçalar içeren bu röportajı aşağıda paylaşıyorum. Kendisine içten teşekkürlerimle... (Ve yine evet, şu hayatta hiçbir şey tesadüf değil çekirge!)

"CESUR VE ÇALIŞKANLARIN İŞİDİR YOGA"

Aklımda bin bir soru, önümde uzun bir yapılacaklar listesi, yağmurlu Nişantaşı sokakları, takside adres tarifleri, far ışıklarıyla aydınlanan kestirme yollar, trafikten korkup taksiden iniş, üstüme gelen şemsiye mermileri, koşan ıslak adımlar ve bum! İşte vuruldum! O kadar hızlıydı ki hayat ve o kadar aceleciydim ki ben, nefes almayı unuttum. Eski bir evin çatısına çıkıp seyre koyuldum hayatı. Bedenim, ayaklarımın altındaki yaşlı bina gibiydi. Yıllar ikimizi de aşındırıyordu ve o nasıl depremlerle, yağmurla, fırtınalarla, tipilerle yıpranıyorsa ben de yıpranıyordum: Kinle, kıskançlıkla, hırsla, kızgınlıkla, korkuyla. Tek farkımız, beni yıpratan nedenleri yine ben yaratıyordum. Taşlarını ellerimle dizdiğim bir kuyuda, kendi kendimi boğuyordum. Trafikte sıkışmış, öfkeyle korna çalan insanlara, telaşlı gözlere, küfredenlere, birbirini hasetle süzenlere baktım. Herkes kendi kuyusunda boğulurken, hayat şefkatli kollarını açmış bize bakıyordu. Başımızı kaldırsak görecektik, durup derin bir nefes alsak hissedecektik ama kimsenin durmaya hâli yoktu...

Belki durmak için hiçbir zaman geç değildir, belki hayatı zora sokan en büyük neden içimizdedir, kim bilir belki yediğimiz yemekten aldığımız nefese, bir şeyleri yanlış yaptığımız içindir daimi mutsuzluklar, o bir türlü tatmin olamayışlar. Tüm bunları bilmek de, söylemek de ne kolay. Hayatının azımsanamayacak bir bölümü “kuyu”da geçen biri olarak, şimdi size ne desem, ne önersem yalan. Ama en azından “henüz” diyebilirim. Henüz başaramadım, henüz durup da kendime şöyle bir bakamadım, kendime hak ettiğim kadar iyi bakamadım evet. Ama Adnan Çabuk’la tanıştıktan sonra, bunun ne kadar da mümkün olduğunu anladım. Bazen bir şeye hazır olduğunuzu hissedebilmek için ışığa ihtiyaç duyarsınız, kuyunuzun karanlığından sıyrılıp önünüzü aydınlatacak bir damla güneşe. Işığı bulduktan sonra, yönünüzü tayin etmek size kalmıştır, kuyudan çıkıp dilediğiniz yere gidebilirsiniz. Hem belli mi olur, bir de bakarsınız ki güneş zaten sizsiniz.

“Herkesin şuursal bir seviyesi oluşur hayatta. Bizim hayat seviyemiz, bildiğimiz bilgilerin kullanmış olduğumuz miktarına bağlıdır. Bilgi, pratik varsa vardır, yoksa yoktur. Kitaplarda yazanlar ve kulaktan dolma bilgiler enformasyondur, gerçek bilgi değildir. 'Kişi ne kadarını biliyor'dan çok, bunların ne kadarını kullanıyor? Önemli olan budur.”

Bilgiye ulaşmanın ne de kolay olduğunu her yerde bangır bangır duyuyoruz oysa. Biz kan ter içinde bilgiye koşarken öğrendiklerimiz cebimizden birer birer düşüyor. Sanal âlemdeki arama motorlarında, oradan oraya sekip duruyoruz. Uygulamaya vaktimiz mi kalmıyor, yoksa teorilerde çırpınırken pratiği mi unutuyoruz?

Gazetelerde görmüştük, “Türkiye’nin ilk yogisi”. 40’lı yaşlara yaklaşırken başladığı yoganın öncesinde, hayatına o kadar çok şey sığdırmış ki bunlardan birini yapmış olmak bile kağıdı kalemi elinize alıp “Anlatsam roman olur!” dedirtecek cinsten. Bir kere hayatında macera hep var. Bu maceralar arasından hatırladığı ilk kare ilkokul çağlarındayken katıldığı, Kızılay Derneği’nin bir kampı. Memleketi Mardin yakınlarında, bir ırmak kenarında kurulan kampta doğayla iç içe olmanın keyfini tadar. Hayatı boyunca seyahat edeceğini de ilk kez o zaman hisseder.

Sayfalar açılır, sayfalar kapanır hayatında. Bir gün Türk Kuşu’nun düzenlediği paraşüt kursunun ilanını görür. Henüz ortaokulda olmasına rağmen kendisini lise talebesi gibi yazdırıp (Zararsız bir sahtekârlık!) eğitime başlar. Daha sonra arkadaşlarıyla birlikte Türkiye’nin ilk akrobasi timi olan “Uçan Gölgeler”i kurar, bu arada genç nesillere hocalık da yaparlar. Bugün “Öyle büyük bir aşktı ki paraşütçülük, hayatımda duyduğum en büyük heyecanlardandır,” diye anımsıyor o yılları. Paraşütçülüğü planör uçuşları takip eder. Çocukluk arkadaşının, onun teşviğiyle başladığı planör uçuşlarında hayatını kaybetmesi kendisinin de mutlaka bu kursu almasını gerektirecektir (Öleceksem ben de böyle ölmeliyim!). Kendini cezalandırmak, vicdanını bir nebze olsun rahatlatmak için başladığı planör kurslarında ise yüz kişi içinde en başarılı pilot olur. Türk Hava Kurumu’nda hoca olarak kalmasını teklif etseler de hız ve heyecan tutkusu, bu teklifin önüne geçer ve en büyük arzusu olan jet pilotluğu için İzmir Harp Okulu’na başvurur. Ne yazık ki yaşı üç ay büyük geldiği için okula alınamayacaktır. Bu olay, hayatının en büyük hayal kırıklıklarından biri olur. “O okula girseydim, dünyanın en iyi jet pilotu olacaktım, emindim. Bu olmayınca yeni bir pencere açtım hayatımda. Bir günde kapattım bu konuyu ve bir daha hiç düşünmedim.”

Analizler yapılır, karar aşamasına gelinir ve işte o noktada her şey biter ya da her şey, yeniden başlamaktadır. “Bütün deneyimlerini ardında bırakarak” yola devam edilir. Bir süre Oğuz Aral ile pandomim çalışmaları yapar, ardından Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Adnan Çoker’den resim eğitimi alır. Bu eğitimi yarıda bırakma kararını hocası kabul etmek istemese de, “içindeki ses” onu sonuna kadar destekler. Zaten hayatı boyunca neyin doğru olacağını hep bu ses söyler.

“İçimdeki guru, diyorum ben ona. Herkes bu sese sahip aslında, sadece duymak gerekiyor. Bugün herkes bir arkadaşına telefon açıyor, problemlerine çözüm arıyor. Herkes bir telefonda, ben kimseyi aramıyorum çünkü içerideki telefon hemen cevap veriyor. İnsanları kendi sıkıntılarımla hiç yormuyorum.”

Öğrencilik dönemlerinde maddi sıkıntılardan dolayı fotomodellik, reklâm filmlerinde oyunculuk ve mankenlik yapar, kazandığı paralarla da seyahat eder. Türkiye’nin ilk “hippi”sidir aynı zamanda. Otostopla Avrupa’yı gezmişliği de vardır. Yurt dışına çıktığı bir dönem  butik işletmeye başlar ve zamanla moda koordinatörlüğüne soyunur. New York’ta varlıklı insanların gardıroplarını düzenler, bir nevi baştan yaratır onları. Yaşam son hız devam ederken birden durur ve kendine bakar. Hayatı 40’lı rakamlara yaklaşmakta, saçları dökülmekte ve göbek yapmaktadır. “Sen bu olamazsın!” der. Kendine dikkat etmeye, düzenli aerobik yapmaya ve dört sene sonra da aerobik dersleri vermeye başlar. Bu arada Tai Chi Chuan ve yogayla tanışır. New York’ta yaptığı yoga, “spor yogası” diye tabir ettiği, fiziksel hareketlere dayalı bir  çalışmadır. O ana kadar hayatının büyük bir bölümünü Batı’da geçiren Adnan Çabuk, yine bir karar aşamasındadır. Bundan sonra yoga yapacaktır ama yoga, ciddi bir iştir. Bu yüzden de Hindistan’a gidecek, yüzünü Doğu’ya çevirecektir.

“Ben Doğuluyum, orada büyüdüm, ikisini de eşit bir şekilde yaşadım. Yüzümü Doğu'ya çevireceğim ama ancak bir şartla: Doğu’nun iyi taraflarıyla Batı’nın iyi taraflarını bir araya getirerek. Her ikisinin de kötü taraflarını atarak. Bu felsefe benim yolum oldu ve o günden bugüne, bu şekilde yaşadım hayatımı…” 

Peki yoga, hayatında neleri değiştiriyor? “Öncelikle kendime, sağlığıma bakmayı öğrendim. Aynı zamanda zihnimi ve duygularımı kontrol etme kabiliyeti getirdi ve bağımlılıktan kurtardı beni. Hepimiz bir şeylere bağımlıyız, sevgilimize, ailemize, sisteme… Şimdiyse ben hiçbir şeye bağımlı değilim. Etrafımdaki her şey gidebilir ama dengem bozulmaz, bütün mesele bu. Sağlıklı zihin - sağlıklı beden - sağlıklı ruh dengesini kurar yoga. Örneğin bir şey kazanır, çok sevinirsin ama yine de şuurunu kaybetmez ve dengeni korursun. Bir şey kaybeder, üzülürsün ama hemen kendini toparlarsın, hep raydasın aslında. Diğer insanlar ise kolayca raydan çıkabilir, travmalar yaşayabilir. Beş duyu organını ve zihnini kontrol edebilmektir yoga. Yoga yapmak demek korkularını, kıskançlığını, kızgınlığını, nefretini ve bencilliğini törpülemek demektir. Bunu törpüleyemiyorsan henüz yoga yapmıyorsun, yoganın sporunu yapıyorsun…”

Siddashram Yoga Center, Alanya
Öğrencileri arasında kalp hastaları da var, 85 yaşında olanı da, çok kilolu ya da zayıf olanı da. Yoganın aslı felsefesi, yoksa belli hareketleri yapabilme kabiliyeti, baş üstünde bir saat kalabilmek, vücudunu ikiye katlayabilmek değil.

“Fiziksel boyut bir ayakkabıdır, yoganın kabuğudur. Öyle yogiler var ki hiç yoga yapmaz, sadece oturur, meditasyon yapar ve bütün hayatını kontrol altına alır. Yogada yapılan fiziksel hareketlerle hedef, iç organlara ve vücudunuzda var olan sekiz adet bezeye masaj yapmaktır. Böylece bezelerinizi aktive etmiş ve vücudunuzun hormonal dengesini sağlamış oluyorsunuz. Bu bezelerin hemen üzerinde ise 'çakra' adı verilen enerji merkezleri bulunuyor. Yani fiziksel bedeninizle enerji bedeninizin fotoğraflarını üst üste koyduğunuzda, bezelerle çakraların aynı yerlerde olduğunu görüyorsunuz. Fiziksel bedendeki bezeler iyi çalıştığında enerji bedenindeki çakralar etkilenir, enerji bedenindeki çakralar açıldığı zaman fiziksel bedendeki bezeler etkilenir. O zaman enerji bedeniyle fiziksel beden arasında mükemmel bir bütünlük başlar ve bütün sistem çalışır. Bu yüzden ilk önce biyolojik sağlığı kazanacaksınız. Bunun için de yogaya ilk önce fiziksel hareketlerle başlanır, sonra nefesler öğretilir. Sürekli nefes çalıştığınız için akciğerleriniz güçlenir, beyin ve kan dolaşımı da giderek daha iyi çalışmaya başlar. Bütün sağlık ve tıpta, evrende ne geçiyorsa hepsini etkiliyor yoga. Batı dünyası nefesin ne kadar önemli olduğunun hala farkında değil. Çakraların fonksiyonlarını bile yeni yeni araştırmaya başladılar. Düzenli olarak yoga yaptığında beynin daha çok çalışır, farkındalığın, algılama ve iletişim kapasiten artar. İnsan kendi duygularını ve zihnini kontrol altına alamadığı için enerji bedenindeki kanallarda tıkanmalar meydana gelir. Yogayla birlikte bütün enerji kanalların açılır ve pozitif düşünce ve mesajların evrendeki en uç noktalara kadar ulaşabilir. Böylece negatif bir niyetin olmadığı sürece evrenden sana yardım gelebilir."

"Yoga yaptığın zaman hayata daha evrensel boyutta baktığın için kendini evrenin bir parçası gibi hissedersin. Ölümden korkmazsın, kayıptan korkmazsın ya da kazançlar seni baştan çıkarmaz. Her şey denge içindedir."

Bu sohbeti sonlandırmak benim için çok zor, oradan ayrılıp da "gerçek" hayata, İstanbul trafiğine nasıl gireceğimi düşünmeden edemiyorum. Bu sözler yıllarca aklımdan çıkmayacak, biliyorum: “Cesur ve çalışkanların işidir yoga. Korku, bencillik, kızgınlık, nefret ve kıskançlık duygularını törpüleyeceksin. Hayatta en zor iş kendini bilmektir. En azından yola çıkmak lazım, yolda olmak lazım. Yolunuz aydın olsun...”

Yogayla ve doğayla iç içe bir hafta:
Siddashram Yoga Center Alanya 

Siddashram Yoga Center'ın Alanya'da aşramın yazlık kısmı diyebileceğimiz bir arınma kampı var. Yogibaba Adnan “Ananda” Siddviho Çabuk ve Madam Lourdes Çabuk, buraya gelen kişilerle birlikte sağlıklı beslenme, vücutlarındaki toksinleri doğal yöntemlerle atma, zihinlerini dinlendirme, içlerine dönme ve doğayla aralarındaki uyumun farkına varma üzerine çalışmalar yapıyorlar. Kampa katılanların daha önce yoga yapmış olup olmaması önemli değil. Hatta yogayla tanışmak için çok güzel bir fırsat. Doğal bitki çayları, hafif ve sağlıklı besinler, yoga dersleri, açık havada yapılan yürüyüşler ve hafta boyunca iki kez yapılan “konuşmama günü”, katılımcılara tüm hayatlarını baştan ele alma imkanı sağlayan bir deneyim yaşatıyor. Ayrıntılı bilgi için ~ Siddashram Yoga Center
Yogaya dair başka yazılar ~ burada  /  *derKi'de yayımlanan röportajı okumak için ~ tıklayınız. / Fotoğraflar: Siddashram Yoga Center arşivi

2 yorum:

  1. Hey Deniz can't comment on the subject matter but it seems you are completely healthy and fit now. Keep writing and everyone misses you in the ashram!

    YanıtlaSil
  2. Hey Mahendra, Hari Om:) Thank you so much, I'm fine now and keep practicing. Warm regards to everyone!

    YanıtlaSil