27.01.2013

destek, köstek, niyet


"Ne kadar kaldın Hindistan'da?"
"İki ay."
"Evli değildin herhalde?"
"Evliydim?"
"Şanslıymışsın o zaman..."

Şimdiye kadar karşılaştığım bu türden ilk tepki değil. Zamanında, başka başka "gezmelere" giderken, sözümü, duruşumu sakınmazken ya da öylesine susarken...

Kaynağını anlıyorum. Yalnızca, niyesini kavramakta zorlanıyorum. Çok eskiden, çocukken de anlamazdım. Bu, ergence bir "Karşıyım, karşı!" tavrı değil de, en basitinden bir anlayamama hali. İnsan birini dünyasına, kendi hayatını kısıtlamak için mi alır? Böyle bir arzu -varsa eğer- sağlıklı mıdır? Neden bir başkasını severiz? Ona destek değil de köstek olmaksa amacımız, neden evleniriz? Mutluluk kaynağımız kuruyacaksa, gözlerimizdeki ışığı yavaş yavaş söndüreceksek, neden birlikte yaşlanmak isteriz?

İşi evliliğe vardırmaya da gerek yok, daha ilişkinin başında konar kurallar. Sözsüz bir sözleşme imzalanmış gibi. O zamana dek kendi halinde yaşayan kişi hop! "izin alan"a dönüşüverir. Bir süre sonra da muhtaç olana. Kahramanımız işini biliyorsa hemen karşılıklılık ilkesini devreye alır. O da bazı yetkiler isteyecektir elbet. Böylece herkes kendi ipini törenle ötekine teslim eder ve masal başlar. Ya da orada biter.

Soruya dönelim: Birini niye severiz? Sevdiğimiz insanın büyüdüğünü, geliştiğini, kendi yolunda neşeyle ilerlediğini görmek bizi niye tedirgin eder de, bir manisi olsun, gidemesin o yolda ya da birazcık gitsin yeter işte, o kadar da "şımarmasın", dizimizin dibinde otursun dursun isteriz? Niye o, "dursun" isteriz? Kaybetme korkusu mu? Kaybetmediğimizin ne kadarının "o" olduğuna nasıl emin olabiliriz?

Bu, illa "Alıp başımı gidecektim de bırakmadılar," meselesi değil. Durduğu yerde de kendisi olamayabilir, zamanla bunu kanıksayabilir, kendini unutabilir insan.

Kendimizi (kime karşı?) savunacak açıklamalar da buluruz elbet: Beni sahipleniyor! Çok seviyorsa demek... Hem o da benim için şundan vazgeçiyor...

Yapılsın, yapılmasın demek kimin haddine. Ama en azından yaptığımızın adını doğru koyalım. Kendimizi, niyetimizi iyi bilelim.

İkna savaşlarının yaşandığı, izinlerin koparıldığı, kozların saklandığı bir kentin adı "aşk" olabilir mi? Öyle bir kentin sokaklarında insan kollarını aça aça koşabilir mi?

5 yorum:

  1. Yazdıklarınla puslu ve yağmurlu pazar günümüzü aydınlattın denizcim. Çok teşekkürler:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ben teşekkür ederim, o senin ışığın, güzelliğin :-)

      Sil
  2. Haklısın ama bunu yapmak, normal giden bir evlilikte çok zor bu ülkede.. Olması gereken senin yazdığın gibi,yaşadıklarımız farklı..
    Duyduğum ve başkalarına garip gelen her uygulamada önce kadın olarak ben sorgulamamaya ve yorum yapmamaya çalışırım.. Bunu yapmak bile tepkiye sebep olabiliyorken hele..Birde çok kapalı bir toplumda yaşamıyorum, Türkiye'de kadın olmak zor.Bazen sadece bunun için bile eleştiriliyorsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Söylediklerin doğru ama baştan kabul edip razı gelmek mi gerekir, bilemiyorum. Hele söz konusu hayat arkadaşlığı, aşk, sevgi olunca. Seçtiğimiz hayatları yaşıyoruz. Ve yalnızlık da bir seçim olabilir yeri geldiğinde, insan yolunu bildiğinde. Evet Türkiye'de yaşıyoruz ama bu topraklara ışınlanmadık sonuçta, bu kültürün, yaşananların bir parçasıyız ve olan her şeyde bizim de bir payımız var diye düşünüyorum. Parçası olduğumuz şeyin değişmesini istiyorsak işe kendimizi, algılarımızı, seçimlerimizi değiştirmekten başlamak, neden olmasın?

      Sil