7.01.2013

sirk hayvanı değil, çevrenin kilit taşı: filler


Ağırbaşlı adımlarla ilerliyor. Görmüş geçirmiş bir adam gibi gözleri. Bastığı yerde ayağının izi kalıyor. Her yanıyla tam bir güç timsali. Gövdesi, hortumu, kulakları... Hele sesi! Bağırışıyla bütün orman inliyor. Ve hayrettir ki bu koca hayvan bile hayatta kalabilmek için insan vicdanına ihtiyaç duyuyor...


İlk kez ne zaman bir fil gördüm?
O anı net hatırlamıyorum, henüz ilkokula başlamamıştım sanırım. Boyama kitabının sayfaları arasından tatlı tatlı bakan bir yaratıktı. Başında püsküllü bir şapka, tabureye çıkmış tek ayak üzerinde duruyor, “izleyicilere” gülümsüyordu. Tabureyi ne renk, hayvanı ne renk boyayacağıma karar vermeye çalışırken resimdeki yavru filin doğal ortamından koparılmış olduğunu düşünememiştim. “Annesi nerede?” demek aklıma bile gelmemişti. Çocuk dünyama fil, biz insanları eğlendirmek için türlü numaralar yapan bir hayvan olarak girmişti. Koca kulaklarını sallayarak piste çıkar, bir topun üzerinde dengede durur, havaya fırlatılan halkaları hortumuyla yakalardı. Çok ama çok yetenekliydi. Eğiticisinin tek bir işaretiyle yatar, kalkar ya da yerde bir sağa, bir sola yuvarlanırdı. Ve tüm bunları boyama kitabında olduğu gibi neşeyle yapardı.

O zamanlar bilmiyordum, sirklerdeki filleri daha bebekken annelerinden koparıp ayaklarını iplerle sıkı sıkı bağlayarak günlerce hapis tuttuklarını, böylece içlerindeki oyuncu ruhu, başka bir deyişle yaşam coşkusunu söndürmeyi amaçladıklarını, elektrik şoku vererek ya da sopalarla dürterek doğalarıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan hareketler yapmaya zorlandıklarını… Tüm bu eğitim (!) süresince yavru filin bağırdığını, inlediğini ve en sonunda pes edip süslü bir sirk filine dönüşene kadar direndiğini… Bilmiyordum. Çocuklarını alıp eğlensinler diye sirke götüren birçok ailenin de hikâyenin bu kısmını düşündüklerini zannetmiyorum. PETA’nın (Hayvanlara Etik Muamele için Mücadele Edenler) hayvan içeren barındıran sirklerle mücadelesinden de haberleri yoktur. Gaddar da değiller, hayır. Yalnızca güzel vakit geçirmek istiyorlar. Bu yüzden de bilmemeyi tercih ediyorlar.

Ne zaman ki bilmeyi tercih ettim, o zaman bu koca cüsseli hayvanın bir eğlence ya da seyir nesnesi değil, bir “can” olduğunu gördüm. Dünyaya kafasına püsküllü bir şapka takıp top üzerinde dengede durması ya da dişlerinden takı ya da türlü süs eşyası yapılması için gelmemiş bir can. Senin gibi, benim gibi.

“Fil” demek, ne demek? 

Fillerin dünyasına adım atmadan önce “Benim dünyamda ‘fil’ nedir?” sorusunun yanıtını aradım. Görünüşünden, duruşundan mıdır bilmem ama “güven” ve “tutarlılık” sözcüklerini bir hayvanla eşleştir, deseler hiç düşünmeden “Fil!” derim. Aynı zamanda düşünce ve duyguların akışına kapılıp da asıl olandan kopmamanın, sağlam adımların da simgesidir fil. Okudukça, kendi kendime yakıştırdığım bu ve benzer değerlerin çeşitli kültür ve inanışlarda karşıma çıktığını gördüm. Batı kültüründe güvenilirlik, gurur, asalet ve gücün simgesi olan fil, Asya kültürlerinde şans, uzun ömür, başarı ve mutluluğu temsil ediyor.

Engelleri yok eden Ganesha 

Filin sembolik anlamda en yoğun benimsendiği ülkelerden biri Hindistan. Bunda Hinduizm’in tanrı temsillerinden biri olan Ganesha’nın rolü büyük. Tanrı Şiva ve Parvati’nin oğlu Ganesha, tombul göbeği, dört kolu ve ayaklarının dibindeki küçük faresiyle insanın içinde daha ilk anda merak ve sempati karışımı bir duygu doğuruyor. Hinduizm’in en çok bilinen tanrılarından biri olan Ganesha’nın “engellerin ve kötülüğün yok edicisi”, “şans getirici”, “bilgeliğin temsilcisi” gibi sıfatları var. Hindular herhangi bir işe girişmeden önce Ganesha’ya hayırlı, güzel bir başlangıç için dua ediyor, karşılarına çıkabilecek engelleri kaldırsın ya da bunlarla başa çıkabilecek gücü ve bilgeliği versin diye. Ganesha aynı zamanda kibrin, gururun ve bencilliğin yok edicisi...

Doğal yaşamda filler ve dişilerin dayanışması 

Sakinlikleri, uysallıkları ve birbirlerine düşkünlükleriyle bilinen fillerin çevre için “kilit taşı” konumunda olduğunu biliyor muydunuz? Çevrebilimciler, Afrika ve Asya’daki pek çok hayvan ve bitki türünün fillerin varlığından önemli ölçüde faydalandığını söylüyor. Filler bulundukları ekosistemde öyle bir rol üstleniyor ki, bu türün ortadan kalkması durumunda mevcut ekosistem de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Bu durumda bir canlı türü olarak fillerin korunması, tüm bir ekosistemin ve biyolojik çeşitliliğin korunması anlamına geliyor.

Geniş bir aile yapısına sahip olan fillerde reisliği genellikle yaşlı bir dişi fil üstleniyor. Son derece dominant özellikler sergileyen bu fil, yavrulardan ve sayıları 20 ile 40 arasında değişen her yaştan dişi fillerden oluşan sürünün yönetiminden sorumlu. Erkek filler ise yalnızca onlu yaşların ortalarına kadar sürüyle birlikte dolaşıyor. Bu yaşa geldiklerinde sürüyü terk edip tek başına yaşıyor ya da yetişkin erkek fillerden oluşan, sayıca küçük topluluklara katılıyorlar. Yalnızca çiftleşme dönemlerinde dişi gruplarla yeniden bir araya geliyorlar. (Bu arada, “Fil gibi hafıza” deyişi de boşuna çıkmamış elbette. Bir fil, tesadüfen gördüğü bir başka fili onlarca hatta yüzlercesi arasında yıllar sonra bile tanıyabiliyor.)

Aileye yeni bir bebek katıldığında, yavrunun bakımı ve korunmasıyla dişi fillerden oluşan ailenin tüm üyeleri ilgileniyor. Dişi fillerin ancak birkaç senede bir doğum yapması yüzünden türün devamlılığı için yavruların hayatta kalabilmesi çok önemli.

Doğada, özgür ve dingin… 

Uçsuz bucaksız bir bozkırın ortasında, ağır adımlarla ilerleyen bir fil sürüsü düşünün. Sürünün orta yerinde, kız kardeşlerin kenetlenerek büyüttüğü bir yavru… Artık sürü liderinin büyük ninelerden biri olduğunu da biliyorsunuz. Karşınızda kalabalık ve tam anlamıyla saygıdeğer bir aile var. Boyama kitaplarına işte tam bu biçimde, insanlara hoş vakit geçirten eğlence araçları olarak değil de, doğadaki özgür halleriyle girmeleri gerekmez mi, ne dersiniz?







Bu yazı, Yolculuk dergisi için hazırladığım "Ortak Yaşam" köşesinde Faruk Akbaş'ın fotoğrafları eşliğinde yayımlandı. Derginin tüm sayılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Blogda kullanılan yakın plan fil fotoğrafı ise Naypong'a ait. FreeDigitalPhotos.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder